Komşuda pişer bize de düşer

Eskiden evde pişenden yan komşuya tattırmak, sonra da tabağınıza koyulmuş yepyeni bir lezzetle bir gün komşunuzu kapıda buluvermek o kadar da ender bir şey değildi. Tabağınız elimde kapınızı çalıyorum... Bakalım bu size ne kadar tanıdık gelecek, komşuda pişenden size ne düşecek?!...

Pazartesi, Ekim 15, 2007

BLOG ACTION DAY - KONUMUZ ÇEVRE


27.10.2007 Eklentisi:
*************************************************************************************
"Bugün 15.000 blog sahibi "Çevre" konusunda yazacaklar. Fikir yürütecekler, önerilerde bulunacaklar." demiştim. Sonuçta 20.000den fazla blog yazarı katıldı.

Bu konuda yapabileceklerimiz listesi aslında bitmek bilmiyor. Bu yazıyı yayınlayalı beri bile, öyle ufacık detaylara dikkat ettim ki günlük hayatımda. Hayatımızdaki bu minik (?! gibi görünen) değişikliklerin birike birike büyük farklar yaratabileceğine inanıyorum. Gerek kendi tecrübelerimden gerekse yazdıktan sonra okuduklarımdan birkaç şey daha ekledim yapılabilecekler listesine. Kim bilir belki biri değilse ötekisi çeker sizi de adapte edersiniz günlük yaşantınıza. Kısacası, yapılabilecekler gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu her yerde aslında...
*************************************************************************************

Kelimenin gerçek anlamıyla bizi çevreleyen dünyaya neden bu kadar kötü ve bencilce davranıyoruz ki?!... Bu soruyu kendimize çok ender soruyoruz. Çünkü suçu -nasılsa- milyonlarca başkasıyla paylaşıyoruz diye düşünüp duruyoruz. Halbuki suçumuzu bir kabullenebilsek ve şimdiden sonra dünyamızı kurtarabilmek için neler yapabileceğimizi düşünmeye başlasak ne iyi ederiz.

KENDİMİZ YETİŞTİRSEK PEKİ TOHUMLAR NE KADAR SAF?
Daha çok ürün alma, daha fazla kazanma hırsıyla kullanılan kimyasallarla önce toprağı, ağaçları, sonra da meyveleriyle kendimizi zehirliyoruz. Biliyoruz ki toprağa katılan bunca kimyasal ne topraktan ne meyveden ne de vücudumuzdan hiçbir şekilde atılamıyor. Bunun kontroldan çıkmış olduğunun farkına vardığımız zaman da -daha pahalıya da mal olsa- organik ve doğal ürünlerin peşinden koşuyoruz. Bizden önceki nesillerin, çok uzaktakilerin değil, dedelerimizin ninelerimizin lugatlarında bu sözcükler bile yoktu: organik, ekolojik, doğal, naturel. O zamanlar "doğal" olana da "doğal" denmiyordu "olmayandan" ayırt edebilmek için. Çünkü ellerinin altındaki herşey zaten "doğal"dı. Belki kışın ortasında yaz sebzeleri, yazın ortasında kış sebzeleri de yoktu. Daha uzun süre dayanmıyordu, aynı boyda ve renkte de değildi ürünler. Ama doğal sürecinde yetişen herşey daha katkısızdı, toprak zehirlenmeye başlamada önce. Şimdi aldığımız bir yeşillikte bir kurt, bir böcek gördük mü neredeyse seviniyoruz; demek ki ilaçsızmış ki bu da ölmemiş diyerek içimiz daha bir rahat tüketiyoruz. Ne hallere düştük böyle?!

Meyveleri aynı renkte, aynı boyda, daha çok dayanır yapabilmek için başvurulan en yeni yöntem de genleriyle oynamak. Genetiği değiştirilmiş ürünler, sağlığımıza zarar vermenin yanı sıra, doğadaki dengeyi de alt üst ediyorlar. Genetik kodları değiştirilmiş ürünler elbette eski türlere baskın geliyor ve zamanla bu türlerin tamamen yok olma tehlikesi çıkıyor karşımıza. Bu konuya hassas insanlar, "saf ve bozulmamış" tohumları saklamaya, birbirleriyle paylaşmaya başladılar bile. Çünkü biliyorlar ki tadını -bizim nesillerin çocukluklarından- hatırladıkları domatesleri, salatalıkları, biberleri kendi bahçelerinde yetiştirmek isteseler bile, birgün gelecek "müdahale edilmemiş" tohumlarını bulamayacaklar.

BİR AĞAÇ PEK ÇOK HAYATA MAL OLUYOR
Bir ağaç ekmek yerine, koskoca ormanları yok ediyoruz. Bir ağacın yok olması demek, bizim yalnızca oksijen kaybımız değil, ağaçla birlikte pekçok canlının da yok olması demek! Bir ağacın yok olması, gölgesinde biten mantarın, kovuğunda yuva yapan kurtçuğun, karıncanın, dalında dinlenip bu kurtçukla beslenen kuşun da sonu demek. Doğada bir denge zinciri var. Bu zincirin halkalarından biri koptuğunda zincir de kopar. Hayatları birbirine bağlı olan hayvan cinsleri yok olma tehlikesiyle yüzyüze kalır. Bir kurtçuğun beslediği bir kuşun taşıdığı bir tohumla yeni bir ağacın çıkıp, o ağacın meyvesiyle de başka bir hayvanın -belki de insanın- beslendiğini kimse düşünmez!

SU, HEPİMİZ İÇİN HAYAT KAYNAĞI
Unicef broşürlerinden birinde; aşağıdaki satırları okuduğumda, çeşmemden akıp giden suyun kıymetini, yüreğim burkularak da olsa, daha iyi anladım:
"Dünyada 2,4 milyar insan kanalizasyon tesisatı olmayan koşullarda ihtiyaçlarını gidermekte"
"1,1 milyar insanında sağlıklı koşullardaki içme suyuna erişim imkanları yok"
"Temiz içme suyu ve kanalizasyon tesisatı olmayışı sebebiyle, her YIL yaklaşık 2 milyon çocuk hayatını kaybetmekte"
(Bunlar en yeni rakamlar değil...)

Çeşmemizden akıp giden suyu kapatmak elbette o insancıklara suyun ulaşmasını sağlamayacak. Bunun arkasında büyük politikalar, kararlar ve çok büyük paralar var elbette. Ama elimizdeki suyun kıymetini bilmeden kullandığımız sürece, bütün dünya kuraklığa ve susuzluğa maruz kalacak. SU SANILDIĞI GİBİ SONU OLMAYAN BİR KAYNAK DEĞİL! YERALTI KAYNAK SULARI OLMASI GEREKEN SEVİYELERİN ÇOK ALTINA DÜŞMÜŞ DURUMDA!

Kaynak sularımızı kimyasallarla kirletmeyelim! Klorun çevreye ne kadar zararlı olduğunu aklımızdan çıkarmayalım! Klorlu temizlik suyunun kullanımını azaltabilir, yerine sirkeyi, limon suyunu kullanmayı deneyebiliriz. (Herşeyi klordan geçirmedikçe içlerine sinmeyen hanımlar, doğaya ne kadar zarar verdiklerinin farkında değiller elbette!)

Suyun kıymetini bilelim! Bahçe, balkon, sokakları yıkamak için harcamayalım.
Sulama için, özellikle kış aylarında, bahçemize birkaç kova koyarak biriktirebileceğimiz yağmur suyunu tercih edelim.
Sifonumuza bir pet şişe yerleştirerek akıtılan su miktarını daha aza indirelim.

EN ÇOK ÜRETTİĞİMİZ ŞEY: ÇÖP!
Çöp, gerçekten de çevrenin en büyük derdi, çözülmesi hiç de kolay olmayan bir problem. Çöpü "nasılsa alır götürür" mantığıyla denize dökmek, "bir çukur açarız doldururuz" mantığıyla bilinçsizce biriktirmek elbette çözüm değil. Çöpleri biriktirmek için tahsis edilen yerlerden acaba kaçta kaçı bilinçli bir yapılanmaya sahip? Çöplerin üst üste atılmasıyla oluşabileceklerin kim farkında? Çıkan zehirli gazlar, eğer sızdırmaz bir zemini yoksa çöplerden toprağa sızacak zehirli maddelerin çevredeki içme suyu kaynaklarını bile zehirleyebileceğini kim düşünüyor ki?

Dünyamızın nüfusu her geçen gün (belki de dakika?!) artmakta; dolayısıyla çıkan çöp miktarı da çoğalmakta. Nasıl daha az çöp üreteceğimizi düşünmenin zamanı geldi de geçti bile. DAHA AZ ÇÖP, DAHA TEMİZ ÇEVRE! Bunun yolunun 2 şeyden geçtiğini düşünüyorum: Çöplerimizi ayırarak, organik çöplerimizi gübreye dönüştürmek, organik olmayanları da mümkün olduğunca dönüştürebilmek.

Birarada atıldıkları diğer çöpleri çürütmek yerine, pek ala gübre olarak değerlendirilecek organik (yiyecek) çöplerimizi ne yazık ki hala diğer çöplerle birlikte atıyoruz. Organik çöpü gübreye dönüştürebilmek için, ille de belediyenin bu işe el atmasını beklemek zorunda da değiliz. Bu tamamen kişisel çabamızla, kendi bahçemizde, bu iş için tasarlanmış çöp kovalarını kullanarak kendiliğinden olacaktır.

GERİDÖNÜŞÜM - ÇEVREYİ KURTARMAK İÇİN EN ÖNEMLİ ADIM
Marketten aldığımız pekçok şeyin geri dönüşümünü sağlamak, bu maddelerin doğada belki de yıllarca kalmasına engel olmaktır. Camı, plastiği, metali ve kağıdı geri kazandırmakla onların yenilerinin üretiminde harcanacak hem enerjiden hem de hammaddeden tasarruf sağlamak anlamına gelir. Bir camın ne kadar zor elde edildiğini hatırlamakla, bir şişeyi diğer çöplerle birlikte atmak yerine dönüşüme kazandırmaktan daha iyi ne yapılabilir? Kullanılan kağıtların dönüşümü, daha az kağıt üretilmesini, dolayısıyla daha az ağacın yok olmasını sağlayacaktır. LÜTFEN ÇOCUKLARINIZA KÜÇÜCÜK YAŞTAN KAĞIDIN KIYMETİNİ ve KAĞIT İSRAFININ SONUÇLARINI İZAH EDİN! Ben kızımla kağıda dokunduğumuz hemen hergün bu konuda konuşuyorum. Ona cidden kızabileceğim çok az konudan birinin de bu olduğunu artık biliyor: kağıt israfı! Bir parça kağıdın, laf olsun diye karalanıp atılmasına, kesilip kırpılmasına gelemediğimi biliyor. Annesiyle babasının bir yüzünü kullanmış olduğu kağıtların arka yüzünü boyama yaparak kullanıyor.

* Kağıdı, metali, plastiği, camı dönüştürelim.
* Evde yapabileceğimiz gıdaları ambalajlanmış olarak marketlerden almayalım. Reçelimizi, salçamızı, tarhanamızı, yoğurdumuzu, portakal suyumuzu kendimiz yapabilir; böylece hem bütçemize katkıda bulunur hem de -dönüşebilir olsalar da- attığımız çöpleri azaltmış oluruz.
* LÜTFEN AZ MİKTARDA NAYLON POŞET KULLANALIM!
Bu konu çok önemli. Her gün milyonlarca markette milyonlarca insan milyonlarca naylon poşet tüketiyor. Bunların çoğu geri dönüşmüyor. Lütfen ihtiyacımızdan fazla naylon poşet almayalım! Hatta daha önceki alışverişlerden edindiğimiz naylon poşetleri yanımızda taşıyıp tekrar kullanmaktan utanmayalım! Bunu yapamıyorsak, kumaş alışveriş çantaları, alışveriş sepetleri veya arabaları kullanalım! Bir parçacık ürün için naylon poşet kullanmaya "hayır" diyebilelim!
*************************************************************
* Hiçbir üründe tek kullanımlık ambalajları tercih etmeyin.
* Tek kullanımlık şişeler yerine depozitoluları tercih edin, tabi geri götürmek şartıyla.
* Tek kullanımlık piller yerine şarj edilebilen pilleri tercih edin.
* Eğer kullandıysanız tek kullanımlık pillerinizi biriktirip, pil kumbaralarına atın ki doğayı zehirlemesinler!
* Kullanılmış yağları lavabodan dökmek yerine biriktirip sabun sektöründe kullanılmak üzere, bu iş için tesis edilmiş Atık Yağ Geri Kazanım Tesislerine ulaştırmaya çalışın. (Daha 2 yıl önce çıkan yasa ne kadar uygulanabiliyor, bu iş için kurulan tesislerden ne kadar verim alınıyor, bilemiyorum)
* PVC kullanımından kaçının.
* Yağlı boyalar yerine su bazlı boyaları tercih edin.
* Kağıtların 2 yüzünü de kullanın.
* Alışveriş listesi, karalama kağıdı olarak daha önce tek tarafı kullanılmış kağıtları kullanın.
* Mutfağınızda kağıt havlu yerine kumaş mutfak havluları kullanmayı tercih edin.
* Kalan yemeklerinizi buzdolabına kaldırırken üzerine streç film(sera) yerine uygun bir tabak ya da kapak kapayarak gereksiz plastik tüketimine engel olun.
* Lütfen çocuklarımızın hayatında, etrafında daha az plastik olsun!
* Çocuklarımıza dönüşümün anlamını, neye yaradığını ve değerini anlatalım!

ÇEVRE VE ENERJİ
Neredeyse kullanımı yaygın olan hiçbir enerji, çevreyi kirletmeden elde edilmiyor.
Daha az petrol, doğalgaz ve kömür tüketimi, dünyamızın gitgide artan ısısını azaltmamıza yardımcı olacaktır. İmkanımız olduğu sürece, güneş ve rüzgar enerjisinden faydalanmaya çalışmak; daha az uçak kullanmak; özel aracımızla gitmek yerine toplu ulaşım araçlarını tercih etmek yapabileceklerimizden birkaçı. Şehir içinde yakın mesafelerde, özel aracımızı kullanıp hem petrol kullanımını hem de karbondioksit oranını arttırmak yerine, bisikleti veya yürümeyi tercih etmek kendimize de daha sağlıklı bir hayat sağlayacaktır. Araba egzozlarının hava kirliliğinin en baş sorumlularından biri olduğunu unutmamalıyız.

* Evimizdeki ısıtma sisteminin ayarını yalnızca 1 derece daha düşürmekle, ısınma için harcadığımız enerjiden %5-10 kar ettiğimizi hatırlatmak istiyorum. Evimizi daha çok ısıtmaya çalışmak yerine, en iyi şekilde yalıtmak da bize büyük oranda enerji tasarrufu sağlayacaktır. Evlerini aşırı sıcak yapıp sonra yaz kış tişortla oturanlar, pencere açıp serinleyenler "keyif de para da benim" diye düşünebilirler. Para da keyif de elbette sizin ama enerji hepimizin!
* TV, müzik seti, bilgisayar ekranı gibi cihazların, çalışıyor olmasalar da STAND BY modunda bırakılmalarının da elektrik enerjisinden harcadıkları unutulmamalıdır! Cep telefonunuzun şarj cihazını prizde bırakmak; bilgisayarınızın ekranını, Tvnin küçük kırmızı lambasını açık bırakmak sandığınızdan çok elektrik harcar. Bunları tamamen kapatmak ya da prizden çekmek cimrilik değil, o enerjinin üretilmesi için daha az kaynak tüketilmesini, doğanın daha az kirlenmesini sağlamaktır.
* Çamaşır, bulaşık makinalarını ekonomik programlarda kullanmaya çalışın. Makinalarınızı tam olarak dolmadan çalıştırmayın.
* Lambalarınızı daha ekonomik olanlarla değiştirin.
* Klima kullanmak yerine vantilatör kullanmayı tercih edin.
* Evinizin dış cephesini yalıtın. Çift camlı ekolojik kapı, pencereler kullanın.
* Yaşadığınız yerin iklim koşullarına uygunsa güneş enerjisini tercih edin.
* Gelecekte kaynakların daha da azalacağı ve enerji tasarrufunun daha da iyi anlaşılacağı göz önüne alınırsa; çocuklarımıza şimdiden enerji tasarrufu yöntemlerini öğretmenin önemi daha da artar. Lütfen kullanmadıkları cihazları, lambaları kapatmaları gerektiğini onlara öğretin!

HERKES BİRŞEYLER YAPABİLİR!
Kişisel tasarruftan yola çıkılıp önce ailesini sonra da çevresini bilinçlendirebilir. Ufacık girişimler birikip dünyamızı çok geç olmadan kurtarabilir.

Çevrenin sorunları ortada, aşikar... Bunu bir felakete dönüştürmek de fazla bir çaba harcamak gerektirmiyor bu gidişle. Atacağımız her bilinçli adım, dünyamızı kurtarma yolunda bize çok şey kazandırabilir.

ÇEVREMİZ İÇİN YAPILACAK ÇOK ŞEY VAR!
Elimizde artık olmayan tek şey, zaman!

Etiketler: , , ,

Perşembe, Ekim 04, 2007

Yeniden Oyun, yeni bir renk ve yeni hareket :)


Daha önceki oyuna yeni cevap vermiştim ki sevgili İpek beni yeniden başka bir oyuna davet etti. Okuduğumuz kitabın 187. sayfasındaki cümleyi paylaşmak. Neden 187. sayfa? Bunu bilmiyorum, bu oyunu başlatan arkadaşımız için bir anlamı vardır (herhalde?!).

Aslında neden 187 diye aklımı kurcaladı ve bana birkaç sene önce aldığım ilginç bir kitabı bile arattırdı :) Sayıların gizemi'nde de 187 için özel birşey bulamayınca, okumakta olduğum kitaba geri döndüm. Elimi attığım anda bulacağım kadar kolay bir yerde olmadığı için bu kitabı oyuna katmıyor ve gerçekten bu günlerde elimin altında, koltukta yanımda olan kitaba geçiyorum.
En çok okuduğum iki konu; "yemek" ve "çocuk". Bunlardan birincisi hakkında yeterince yazıyoruz hepimiz, benim kitabımın konusu da ikincisi. Hamile kaldığımı öğrendiğim anda bebeğin bedenimdeki gelişimiyle ilgili kitaplar okumaya başlamış, hatta sorduğum fazlaca(!!) bilmiş sorularla doktorumu çıldırtmış, en sonunda da "Papatya Hanım, bu kadar fazla okumayın! Bırakın bize işimizi yapalım" dedirtmeyi başarmıştım :)) Okuduğum çocuk gelişimi kitapları zamanla içerik değiştirdi elbette. Şimdi çocuğun zeka ve ruhsal gelişimiyle ilgili olanlar en sevdiklerim; Türkiye'ye gittikçe yüklenip getirdiklerim. (Eh, ne de olsa insanın kendi dilinde birşeyleri okuması daha bir başka :)
Anne blog yazarları arasında kitabımı okumuş ya da duymuş olanlar vardır belki de. Kitabım Çocuk Yetiştirmede Psikolojik Taktikler.
187. sayfasındaki çok anlamlı sözler de şöyle:

"(Çocuğunuza) Aklınıza geldikçe "seni seviyorum" deyin, güne başlarken ve bitirirken bunu söylemeyi alışkanlık haline getirin."

*************************************************************************************
Hatırlarsanız, bir de benim renklerle oynadığım bir oyun var...
Safranlı yazılarımın sonunda sonraki renk için birkaç ipucu olduğunu söylemiş ve tahminde bulunmanızı istemiştim. Aslında çok fazla tahminde bulunan olmadı. En önce İpekcim, "ipuçlarını bulamadım ama... içimden öyle geliyor" diyerek adeta benim içimden geçeni okumuştu. Sonra da Betül ipuçlarından birini bulmuş ve "bence de.." demişti. Aradan günler ve bol bol renk renk İraklio fotoğrafları geçti. Şimdi sıra yeni renge geldi.
İpuçları elbisem ve tabağın kenarındaki minik kurbağaydı :) sonraki rengim de YEŞİL!

Neden mi? İnanın pek çok sebepten dolayı. Benim aklımda yemyeşil tarifler varken hayatımızda ardı ardına yemyeşil gelişmeler olmaya başladı :) Hangi rengi yapalım annecim? dediğimde, Maya bile düşünmeden "yeşil" dedi (: çünkü onun en sevdiği renk de yeşil :) Pekçok açıdan benim için önemli konulara da değinebileceğim bir fırsat olacak. Bir de yeşil haber vermek istiyorum:

Bloggers Unite - Blog Action Day
15 Ekim'de tüm dünyadan binlerce blogcu tek bir konuda yazacaklar - ÇEVRE.

Dünya çapında -şu anda-10000i aşkın blog kullanıcısının katıldığı bu olayın da şu günlere düşmesine çok sevindim :)