tag:blogger.com,1999:blog-274723262024-03-08T03:54:58.229+03:00Komşuda pişer bize de düşerEskiden evde pişenden yan komşuya tattırmak, sonra da tabağınıza koyulmuş yepyeni bir lezzetle bir gün komşunuzu kapıda buluvermek o kadar da ender bir şey değildi. Tabağınız elimde kapınızı çalıyorum...
Bakalım bu size ne kadar tanıdık gelecek,
komşuda pişenden size ne düşecek?!...Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.comBlogger99125tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-17392853712149749972010-04-27T09:35:00.003+03:002010-04-27T09:51:57.671+03:00Taşındık, beklerizTariflerime ve gezi izlenimlerime yeni adresimizde devam edeceğimi söylemiştim.<br />Üstelik tarifleri artık çift dilli (hem Türkçe hem de Yunanca) yayınlayacağımızı da...<br /><br />Hindistan izlenimlerimin ve fotoğraflarımın ilk bölümü artık yayında. <br />İşte <a href="http://www.greekturkish.com/turkish/">YENİ ADRESİMİZ</a>!Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-916925547741240622010-03-15T10:04:00.007+02:002010-03-15T16:43:24.046+02:00Aslında öyle çok şey oldu ki...Bu sabah <a href="http://www.youtube.com/watch?v=dKb0SO-Fc_8&feature">Bach (Air on a g string)</a> dinlerken, oluverdi işte.<br />Çellonun tellerinden akıp gelen müzik usulca gelip kanıma giriyor, bunca aydır uyumaktan uyuşmuş parmaklarımı canlandırıyor, ellerimi saran zincirleri kırıyor sanki...<br /><br />Yedikçe yiyesi gelir insanın, okudukça okuyası, yazdıkça da yazası...<br />Bunun tam tersi de geçerli, ne yazık ki... <br />Yazmadıkça zor gelir insana, klavyeye bir türlü varmaz parmaklar.<br />Her yemek yapışta, daha tabakta soğumadan koşa koşa yazmaya gelen hevese ne olur ki?<br />"Hep aynı şeyleri pişiriyorum. Değişik birşey yaptığım yok ki..." diye uyduruk bahaneler buluruz, kendimizi kandırmak için... ya da "değişik bir şey olmadı ki yazmaya değer son günlerde".<br />Halbuki ne çok şey olur her gün, her an. Artık Dario daha çok kelimeler söylüyor. Maya dünyayla ilgili mantıklı sorular soruyor. Saçlarım her banyodan sonra daha da bukle bukle oluyor. Maya "ma,me,mi,mo"dan sonra "na,ne.."leri, "la le..."leri, "ta,te.."leri okuyor, yazıyor. Dario "daha dün annemizin kollarında"nın melodisini taklit ediyor. Hastaneye 3 haftada 1 gidişlerimden geriye son 2 tanesi kalıyor :)<br /><br />Aslında ne çok şey oldu, en son yazımdan bu yana:<br />* Okulun yılbaşı tiyatrosuna çıkmasından tam 1 hafta önce, Maya feci sonuçlanabilecek bir kazayı ucuz atlattı. Günlerce sözünü etmek istemedim kimseye.<br />* Yanağında yara iziyle çıktığı tiyatrosundan sonra hazır bekleyen valizlerimizi alıp, 2 yıl sonra ilk kez dördümüz İzmir'e gittik, yılbaşında. (Dario için ilk kez :)<br />* Dönüşte, Maya'nın 6. doğum gününü kutladık. İlk kez pastasını ben yaptım :)<br />* Şubat tatilinde annemler geldi Girit'e. Çocukları onların emin ellerine bırakıp, 40 yıllık bir hayalimi gerçekleştirmek için yola çıktık :)<br />Hayallerimin ülkesi, renklerin, kokuların cenneti Hindistan'a gittik, bunca yıl sonra 10 gün *başbaşa*... <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzOD5duSBP86EsgS9Pr0uv32QX-d2wMpx5R27hSlSs446LKhhMO4x79EIh2lGuJcWs53BjSKUeqBw1Kj0zz8Pc2mbK4H0HuVAb5oaVGW0Zm7TBo_YEgBU0H22UluxFcqYzo9ND/s1600-h/papatya.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 214px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzOD5duSBP86EsgS9Pr0uv32QX-d2wMpx5R27hSlSs446LKhhMO4x79EIh2lGuJcWs53BjSKUeqBw1Kj0zz8Pc2mbK4H0HuVAb5oaVGW0Zm7TBo_YEgBU0H22UluxFcqYzo9ND/s320/papatya.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5448863169920298002" /></a><br />Çoooooook lezzetli yemekler yedik, farklı inançlara sahip insanlar tanıdık, şaşırdık, acıdık, güldük, hayran kaldık. İnsanların ne kadar azla yetinip yine de mutlulukla gülümseyebildiklerine tanık olduk.<br /><br />Kendimizi hep daha fazlasını elde etme girdabına kaptırmadan, varolan durumumuzla gayet mutlu olunabileceğini artık idrak etmeli. Hayat bizi ne kadar bunaltırsa bunaltsın hayalleri ertelememek lazım. Öncelik vermek lazım iç huzura... Hayata bakışımızı değiştirmek lazım acilen, geç olmadan. <br /><br />Galiba kendimce bunu başarmaya başladım: En son grup terapisinde, psikologumdan "Aferin!" aldım :) Bana "şu anda nasıl hissetiğimi sorduğunda", "gayet iyi :)" demiştim. "Hastalığımı öğrenmeden önceki dönemi şimdiyle kıyaslarsak, etrafımda hoşuma gitmeyen durumlar/olaylar/şeyler/kişilerde nasıl bir değişiklik olduğunu" sormuştu. <br />Düşündüm ki "aslında bazı şeyler hiç de değişmedi" dedim; "peki ne değişti?" diye sorduğunda, "<span style="font-weight:bold;">benim onlara bakışım değişti</span>" diye yanıtlayınca; <br />"Bravo Papatya, duymak istediğim de buydu!" dedi :)<br /><br />Hiçbir günü hayatımızda hiç birşey olmuyormuş gibi küçümsememek lazım.<br />Her yeni güne, "bakalım bugün benim için neler getirecek?" diye hevesle başlamak lazım.. İşte o bambaşka alemde yaşadıklarımı/tadına baktıklarımı, dönüncede evde yapmaya çalıştıklarımı bir an önce yazmak lazım.<br /><br />Lazım da... Sırada bir de taşınmak var. Evi değil ama sayfamı :)<br /><span style="font-weight:bold;">Komşuda pişer</span> Girit'te neler olup bittiğini, neler piştiğini anlattığım Türkçe okuyuculara hitap eden bir sayfaydı. İşin bir de öteki yüzü var. Komşunun buradaki komşuları... aynı şehirde yaşayıp aynı pazara gittiğimiz halde aldığımız aynı şeyleri benim nasıl pişirdiğimi, Türk usulü pilavı nasıl yaptığımı, çayı nasıl demlediğimi bile merak eden Yunanlı dostlarımız da var. <br />Ne zamandır bana "sayfana gelip fotoğraflarına yutkuna yutkuna bakıp imreniyoruz, artık şu tariflerin Yunancasını yazsana kızım" diyorlar. <br /><br />Biz de Yorgo'yla birlikte kolları sıvadık. Yepyeni bir mekana taşınmaya ve tariflerimizi çift dilli yayınlamaya karar verdik. Şu aralar arşivimi düzenliyorum.<br />Yeni yazılarla, yeni fikirlerle, yepyeni adresimizde olacağız.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-11405489123808433492009-09-17T22:18:00.008+03:002009-10-07T12:42:57.309+03:00Bütün dünya aynı dili konuşsaydı<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://www.omniglot.com/images/gallery/pirografia.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 600px; height: 220px;" src="http://www.omniglot.com/images/gallery/pirografia.jpg" border="0" alt="" /></a><span style="font-style:italic;">Edoardo Triscoli </span> <br /> <br />Saat 7:15. Akşam olmak üzere. İşim bitti, ancak duşa girebiliyorum. Yemeği fırında; çocukları da salonda, babalarının yanında bıraktım. "En azından burada yalnızım" diyorum ama aklım içeride, bağrış çağrış. Babaları zar zor başediyor ikisiyle. Halbuki benim her günkü halim :)<br />Misafirlerimiz 8:00de gelecekler. Ne zamandır biraraya getirmeye çalıştığımız 3 çifti bekliyoruz. 2 çiftin yaşları bizden büyük, birbirlerine daha yakın. 3. çiftin yaşı bize daha yakın. Evimize gelenler genellikle ya Türkçe konuşurlar ya da Yunanca. Olmadı İngilizce anlatırız derdimizi. Ama bu gece işimiz biraz daha zor. Hepimizin ortak bir dili yok! Durum şöyle:<br /><br /><span style="font-weight:bold;">1. çift: Kadın İranlı kocası Alman. </span> Aralarında Almanca ve İspanyolca konuşurlar. Biz "Guten Tag, Danke Schön"den öte Almanca bilmeyiz. Onlar da Yunanca bilmezler. Allahtan adam mükemmel İngilizce bilir de durumu o kurtarır. Ama İranlı karısı İngilizce bilmez! Adamcağız biz anlayalım diye birşeyleri anlatmaya kalktığında karısı anlamaz. Karısına dönüp Almanca konuştuğunda biz bön bön bakarız :) Hatta uzun yıllar İspanya'da yaşadıkları için zorda kalınca İspanyolcasını söylerler. Biz aramızda Yunanca konuşunca bu kez onlar birşey anlamazlar, ama Türkçe konuşunca kadının birkaç kelime yakalama şansı yüksek :) Aynı şekilde Yorgo, kadının Farsçasından bir kelime anlayacağım diye dikkat kesilir, kulak kabartır. Biz arada bir Türkçedekine benzer bir kelime bulduk mu define bulmuş gibi seviniriz, kadının kocası Farsça bilmez.<br />Kadın şimdiye kadar yazın burada olduğundan Yunanca öğrenmeye çalışır ama bazen bir kelimeyi öyle farklı telaffuzla söyler ki suratımızı buruşturup birbirimize bakarız Yorgo'yla umutsuzca...<br /><br /><span style="font-weight:bold;">2. Çift: Kadın Amerikalı adam Yunanlı.</span> İkisi de birbirinin dilini bilir. Yerine göre -neredeyse hiç hatasız- iki dilden birini konuşurlar. Yeni evliyken, hatta kızları dünyaya geldiğinde Almanya'da oturduklarından Almanca da bilirler. Bu çiftin herkesle konuşacak bir dili olduğundan en şanslı konumdadırlar. Yalnızca bizim İranlı kadınla Türkçedeki Farsça kökenli kelimeleri bulma çabalarımıza seyirci kalıp birşey anlamazlar. Bir de İranlı kadının Yunancasını "bizim" tercümanlığımız aracılığıyla çözebilirler :)<br /><br /><span style="font-weight:bold;">3.çift: Kadın İranlı, adam Yunanlı:</span> Tesadüf bu ya, bu çift de Almanya'da yaşarken tanıştıkları için her ikisi de Almanca bilir. Uzun yıllardır burada yaşadıkları için, genç İranlı kadın Yunanca bilir. Kocasının Farsçası, İran'a yaptığı pekçok seyahatten yadigar, Yorgo'nun şimdiye kadar öğrendiğinden birazcık daha fazla. Almanca dışında İngilizce de bildiklerinden burada problem yok. Onlar yalnızca biz aramızda Türkçe konuşsak "Fransız kalırlar" :) Kadınlar aralarında -fırsat bu fırsat- Farsça konuşurlar. Duyduğum her kelime bana sanki anlayacağım gibi gelir :)<br /><br />Aslında bizim dışımızdaki herkes Almanca anlaşabilir. İranlı-Alman çifti dışındakiler Yunanca bilirler. Farsça öğretmeni İranlı kadın dışındakiler derdini İngilizce anlatmayı becerir. Ama yine de herkesin de bildiği, anladığı tek bir dil yoktur.<br /><br />Herşeye rağmen benim çok hoşuma gider bu gece, evimizde bu kadar çok dilin konuşulması, anlamasam da duyulması... Yunanca, Türkçe, İngilizce, Almanca, Farsça, İspanyolca... Amerikalı-Yunanlı çiftin Almanya'da yaşayan dil koleksiyoncusu kızları 1 hafta önce gelip aramıza katılsaydı, sayesinde bir de İbranice eklenirdi soframıza. O bize herşeyin Türkçesini sorardı, biz de ona İbranicesini söyletirdik; birara bizimle ders yapıp Türkçe öğrenmek istemişti, olmadı.<br />Ne kadar çok dil bilirse insan, ufkunun o kadar açıldığı bir kez daha kanıtlanır bu gece evimizde. Bir diğerinin dilini bilmeyen mahsun kalır. Olayların dışında kalır. Esprilere gecikmeli olarak, tercümeden sonra güler :) Ama yine de iyi niyet vardır, herkes herkese birşeyler anlatmak ister. Anlatamadığı yerde de gözünün içine bakar gülerek.<br /><br />Ama dünyanın neresine giderseniz gidin, ortak bir dil vardır ki evrenseldir, en doğal ihtiyaçtır. Hem dili hem de mideyi tatmin eder ki o da önümüze konan yemektir; kurulan sofrayı paylaşmak, kadehini kaldırıp tokuşturmaktır.<br /><br />Herşey çok güzel geçti. Yemeklerime her dilde iltifatlar edildi. Kimini anladım kimini anlamadım :) Bu vesileyle Almanca'daki bir deyimi de izah ettiler bana, iltifat ederken. "Bu yemek çok iyi, fazlasıyla iyi" anlamında Almanların bu durumda "ayıp derecede güzel" demelerine ben çok güldüm :) Nesi ayıp ki bunun?! :))<br /><br />Kısa gecenin karı yalnız bu değildi elbet; Farsça'dan yeni cevherlerdi:<br /><br />Şarap, sarhoş, şeytan, şebnem, bahçe, çarşamba, perşembe, taht, baht, padişah, zehir, zindan gibi kelimelerin Farsçadan geldiklerini biliyorduk da... en çok Farsçadan gelip de Türkçe'de anlam değiştirmiş kelimelere şaşıp kaldık.<br /><br />Çatala Farsça'da "çangel" dediklerini,<br />Kelebek'i de "parvane" diye adlandırdıklarını duyunca, Yorgo'yla aramızda "çangal'ıma parvane kondu" deyip güldük :)<br /><br />Tabakları mutfağa götürdüğümüzde, ne yazık ki duygularını istediği kadar ve rahatça ifade edemeyen Azize bana sarılıp bu gece için çok teşekkür etti. Becerebildiği kadarıyla;<br /><br />"Sen, kızım, 2 çocukla ne çok şey hazırlamışsın. Kendini yormamalısın..." demeye çalıştı, ben anladım.<br /><br />"Ah, aslında, daha ne çok şeyler yapmak isterdim size ama inan ki yetiştiremedim :)" dedim.<br /><br />İranlıların da patlıcanı sevdiğini ve pilavsız sofra kurmadıklarını bildiğim için <span style="font-style:italic;">Patlıcanlı gizli kebap</span>la <span style="font-style:italic;">İç Pilav</span> yapmıştım.<br /><br />İranlı-Yunanlı genç çift ilk kez geliyordu, olur da et yemeyen vardır diye <span style="font-style:italic;">Kabaklı Yufkasız Börek</span> bulundurmuştum sofrada. Kalanı salata ve ufak birkaç mezeydi.<br /><br />Biz yemekleri yedik, güzel bir gece geçirdik, üzerinden çok geçmeden duygularımı paylaşmak istedim :) Tarifler bir sonraki yazıda gelecek...<br /><br />Mevlana'nın şu sözlerini eklemeden geçemeyeceğim. Ne güzel söylemiş: <br />"Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler" diye.<br /><br />Καληνύχτα!<br />Gute nacht!<br />Good night!<br />Buenas noches!<br />İyi geceler!<br />شب بخیر<br /><br /><br />(Kullandığım resim: Edoardo Triscoli'nun ağaç üzerine çeşitli diller ve alfabelerde "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"nin yazılı olduğu bir dizi eserinden bir kaçına ait)Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com24tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-16312635896286210072009-09-09T10:19:00.008+03:002009-09-15T11:36:25.969+03:00Hangisi ÇOK hangisi az?!?!<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVOmguRNhc5GUTGB5g-iPRa1jeSupCLC8FxTJjN0e9inQgOuPZF5gr7uh6JpOrzLfsvzrM4pFHDYdUIpKrtZAhhlp6qPo1hRkMmUvc0WW5JABdDMxHJUkOSTt2EjIt3a3TViDv/s1600-h/IMG_0648.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVOmguRNhc5GUTGB5g-iPRa1jeSupCLC8FxTJjN0e9inQgOuPZF5gr7uh6JpOrzLfsvzrM4pFHDYdUIpKrtZAhhlp6qPo1hRkMmUvc0WW5JABdDMxHJUkOSTt2EjIt3a3TViDv/s400/IMG_0648.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5379364625049570306" /></a><br />Küçükken, çoook küçükken az ve çok kavramlarıyla ilgili aklımın bir türlü almadığı birşey vardı. Büyüklerin konuşmalarını, alışverişlerden sonraki yorumları dinledikçe aklım iyiden iyiye karışır, büyük olmanın ne zor iş olduğuna gitgide ikna olurdum. Şu büyükler bunca çok çeşitli sebze içinde, hangi sebzeden ne kadar, hangi meyveden ne kadar alınacağını nasıl oluyordu da akıllarında tutabiliyorlardı. Mesela;<br /><br />Karpuz alındığında, güzel çıksın, olgun olsun diye, 4-5 kiloluktan aşağı almazdı babam.<br />Ama sıra muz almaya gelince, 1 kilo, hadi biraz fazlası alınırdı. Çünkü muz bekledikçe kararırmış. Bittikçe alınırmış. Ama elma alıyorsan, 1 kiloya kaç tanecik gelecek ki?, derlerdi.<br />Sarmalık yaprak alınacaksa yarım kilo yetiyordu da, başka bir sebzeyi 1 kilodan az almazlardı. "Domates, soğan her yemeğe gidiyor, en azından 2-3 kilo al" diye ısmarlardı, annem. Ama ıspanaklar güzel diye babam 1,5 kilo alıp gelince, "1,5 kilo ıspanağı nasıl yıkayacağım, 1 kilo yeterdi", denirdi. Bamyayı 1 kilo aldık mı, yan komşumuz "çok değil mi? biz yarım kilodan yapıyoruz" diye yorum yapardı.<br /><br />Gel de çık işin içinden!?! O çocuk aklımla "ben şimdiden bir liste yapmaya başlayayım, büyüyüp kendim pişirmeye başlayıncaya kadar ancak listem tamamlanır, ben de ne ne kadar alınır diye ezberlerim" diye düşümdüğüm çok olmuştur.<br /><br />Hatta evlendikten sonra (o zaman İzmir'de oturuyorduk) ilk pazara gidişimizde tesadüfen annemle aynı soğancıda kariılaşmıştık. O "aman da kızım büyümüş de pazara gelmiş" diye gururlanırken, ben fırsat bu fırsat "anne kaç kilo soğan alayım?" diye sıkıştırmıştım onu :) Sanki soğancı pazar dersinden sınıfta bırakacak :))) <br /><br />Aradan yıllar geçti. Artık öğrendim. Kendimce işi kolaya indirgedim elbet. Sebzeleri 1 kilodan az, meyveleri de -kavun, karpuz, sıkmalık portakal hariç- 2 kilodan çok almıyorum. Böylece ne az geliyor, ne de bayatlayıp atılıyor.<br /><br />Bu eski sıkıntımı bana hatırlatan Maya'nın bir sorusu olmuştu. O gün gelinceye kadar "ne zaman Türkiye'ye gideceğiz?" diye en azından günde 20 kere soruşlarından birinde "Kızım, 2 hafta sonra gideceğiz" dediğimde, "Anne, bu çok mu az mı?" deyince, onun için çok da birşey ifade etmediğini anladım. Sonra, 1 haftayı okula gittiği 5 gün + 2 gün tatille izah edip, böyle bir tane daha geçince..." dediğimde aklında şekillendi olay.<br /><br />Bilmeyince, "bunun şimdi ne kadarı az ne kadarı çok" hiç birşey ifade etmiyor. "Az zaman mı kaldı çok zaman mı?" kestiremiyor çocuklar. Yalnız çocuklar mı? Biz büyükler de bazen duraksamıyor muyuz? diyelim ki hiç bilmediğiniz yepyeni bir malzemeyi almaya kalktınız; ne kadar alınır ki? ne kadar ve nasıl kullanılır ki? biraz düşünmek gerekmez mi? Eh, varsa şansınız bir bilene sorarsınız, yoksa kafanıza göre bir karara varırsınız.<br /><br />Geçenlerde Drama'ya giden Yorgo'nun kız kardeşi de öyle yapmış. Eşinin memleketi olduğundan bunca yıl gider gelirler. Ama kısmet bu seneyeymiş ki oradaki bir kasapta pastırma görmüşler. Pastırma Yunanistan'ın her yerinde bulunan bir şey değil. Hala ki Girit'te iyice gurme malzemesi sayılır, kasaplarda bulunmaz, şanslıysanız vakumlu paketlerde bazzı marketlerde yalnızca. Neyse, Drama'da pastırmayı görünce; "bizim çocuklar bunu pişirmeyi bilir" diyerek cesaretlenip, o bir anlık "pastırma ne kadar alınır ki" kararsızlığından sonra sağolsunlar, 1 kilo pastırmayı alıp getirmişler. Geçen gün koca bir somun ekmek kadar pastırmayı Yorgo'nun eline tutuştururken bir de tembihlemiş kardeşi "siz pişirin de bizi de çağırırsınız" diye :)<br /><br />Kardeşim, pastırma da 1 kilo alınır mı? Tamam, yemesine yenir, dayanmasına dayanır ama... pastırma dediğin gıdım gıdım azıcık alınır, pinti ellerden çıkmış gibi incecik dilimlenir. Kiloyla alınır mı? Üstelik onu ince ince dilimleyebilmek de bir dert...<br /><br />Anlayacağınız, biz de bir süredir pastırmalı günler devam etmekte...<br />* Pastırmalı-peynirli hazır yufka böreği yaptım. İçi biraz kuru oldu, fena değildi.<br />* Pastırmalı yumurta yapıldı. bir klasik, Maya için fazla iddialı olacağını sandım ama beğendi :)<br />* Pastırmalı-gravyerli tost yaptım. Börekten daha yumuşak ve lezzetli oldu.<br />* Son olarak da pastırmalı kuru fasulye denedim.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLNTeALpiuv6pJWg60Ba92DiO37pRUQE6H1FojVaHfhkyA5JtxaKg9djITZAi3JgK6jI_1GlueQsECsjSygzxWlJs3ge-_qe5RLJmBTop9GM2kgNQNOkYyPldHLUSpf5EE8Nep/s1600-h/IMG_0649.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 267px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLNTeALpiuv6pJWg60Ba92DiO37pRUQE6H1FojVaHfhkyA5JtxaKg9djITZAi3JgK6jI_1GlueQsECsjSygzxWlJs3ge-_qe5RLJmBTop9GM2kgNQNOkYyPldHLUSpf5EE8Nep/s400/IMG_0649.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5379379611744888690" /></a><br />Yarım kilo kadar kuru fasulye (önceki geceden ıslatılmış)<br />2 kuru soğan<br />3-4 biber<br />4-5 olgun domates<br />Birkaç sap kereviz yaprağı<br />1 yemek kaşığı domates salçası (varsa biber salçası)<br />Arzuya göre ince dilimlenmiş pastırma, çemeniyle birlikte<br />Zeytinyağı, kara biber, tuz<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTcTmDpkewnIECAc_z8ywjjLqqsf8lICsYI3ptaNRBKLHsIcZXEH7cj72OUTy1vKWo6blCpkFRolPJlfp-hpz8OyX0GhSvUO1orNFoeJevz5ygeXJ-ttDZDcS4Tam5H3uHMZpN/s1600-h/IMG_0638.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTcTmDpkewnIECAc_z8ywjjLqqsf8lICsYI3ptaNRBKLHsIcZXEH7cj72OUTy1vKWo6blCpkFRolPJlfp-hpz8OyX0GhSvUO1orNFoeJevz5ygeXJ-ttDZDcS4Tam5H3uHMZpN/s400/IMG_0638.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5379386556254178402" /></a><br />Önceki geceden kuru fasulyeleri suda beklettim. Bu kez fasulyaları <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/06/frnda-kuru-fasulye-gigandes.html">fırında</a> yapmadım, düdüklü tencere kullandım. Düdüklü tencerede ince ince doğranmış soğanlarla biberleri zeytinyağında kavurdum. Daha sonra 1 kaşık salçayı ekleyip biraz kavurduktan sonra, geceden iyice kabarmış olan fasulyeleri süzüp tencereye alıp gözelce karıştırdım. Rendelediğim olgun domatesleri, ince dilimlenmiş pastırmaları, ince doğranmış kereviz yapraklarını, tuzunu, karabiberini ve yetecek miktarda suyunu koyup pişirdim. Benim düdüklüyle 20 dakika yeterli oluyor.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8yFgQOHhatWuU1DlQ7GBa5iVAGAM36GRZ3lwsPirdf4F8aOVO_g1ohAMM226nNQ2f7wUJ0NCnKL2dZE8-nWIsRcYkurBTbQZGggqMEysp0EGtaQofGKiDJHUWM4kXbhshPWrg/s1600-h/IMG_0651.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8yFgQOHhatWuU1DlQ7GBa5iVAGAM36GRZ3lwsPirdf4F8aOVO_g1ohAMM226nNQ2f7wUJ0NCnKL2dZE8-nWIsRcYkurBTbQZGggqMEysp0EGtaQofGKiDJHUWM4kXbhshPWrg/s400/IMG_0651.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5379386175389350274" /></a><br />Yanında geçen yaz annemler buradayken yaptığımız minik soğancıklar (<a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/05/da-smbl.html">dağ sümbülü</a>) çok yakıştı.<br /><br /><span style="font-style:italic;">Bir rica: Evdeki pastırmayı bitirme kampanyamıza, göndereceğiniz değişik tariflerle/fikirlerle katkılarınızı bekliyorum.<br />Bir hatırlatma: Bugün 9.9.09 Böyle tarihleri hep sevmişimdir :)</span>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-27376569077300166442009-08-31T18:33:00.020+03:002009-08-31T23:02:40.990+03:00Eleni'nin Patlıcanları"Artık tutabilirsen tut bu çocuğu! Dario ışık hızıyla emekleyerek yanımdan geçiyor. Gözleri parlayarak, çığlık çığlığa gidiyorsa ya -ona yasaklı olan- banyonun kapısını açık bulmuştur ya da büyük ihtimalle merdivene çıkmayı aklına koymuştur. Yukarı çıkmasın diye kapı taktığımız merdivenin en alttaki 3 basamağı (kenarları olmadığından mecburen açıkta kalan kısmı) en büyük eğlencesi bugünlerde. Çıkmayı beceriyor da inmeyi beceremiyor. Bütün mesele de burada zaten. Ele avuca sığmaz, kucakta bile oturmaz oldu." diye başlamışım 2 ay kadar önce, sonra draft'a atılmış, üstünden neredeyse bir yaz geçmiş. Bu arada komşuda neler pişmiş neler; iki küçük yavruyla Türkiye'ye gidip gelmeyi bile başarmışım :)<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsZiNUb5iGSZGtzblhCDzYsNocpWH5P-f2IhEIzhcF-tOsgh8oO0wrR4na51ZMreLicVn87ScnNPlRbVcvDw1ljyPxR65XK3a3QfeZ9KV26VGgAMEAWueVo5_SMZrCnD0ZMHrz/s1600-h/IMG_0097.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 267px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsZiNUb5iGSZGtzblhCDzYsNocpWH5P-f2IhEIzhcF-tOsgh8oO0wrR4na51ZMreLicVn87ScnNPlRbVcvDw1ljyPxR65XK3a3QfeZ9KV26VGgAMEAWueVo5_SMZrCnD0ZMHrz/s400/IMG_0097.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376179047745213858" /></a><br />Dönünce, Girit'teki hayatımıza ve kendi ritmimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Maya bu yıl ana sınıfına gidiyor, Dario da inemediği merdivenden artık inebiliyor. Bununla da kalmadı; geçen haftadan beri de yürüyor!! Yürürken gitgide hızlanıyor, aniden sağa sola dönmeyi deniyor; elinde birşeyleri taşırken yürümeye, bazen de yürürken aynı anda su biberonundan içmeye çalışıyor. Mutfak dolaplarını karıştırıyor, her döndüğümde ayağımın dibinde bitiveriyor. Artık onu kimsenin tutamayacağını açık açık ilan ediyor!<br /><br />İşte yine çıktı merdivene, göz açıp kapayıncaya kadar. Çıkmakla da kalmadı. Tek eliyle kapının parmaklıklarına tutunup öbür eliyle başarısını kutluyor. Aynı anda da dizlerini kırıp, sallanmaya başladı. Artık bu kadarına tanık kalamam...<br />Tam onu kucağıma alıyorum ki telefon!<br /><br />Tanımadığım bir erkek sesi, lafı hiç de uzatmadan konuşuyor.<br />- Eleni?!<br />- (Eleni de kim?) ...Üzgünüm yanlış numara.<br />Adam, kiminle konuştuğundan hala(!) emin, devam ediyor:<br />- Eleni, patlıcanları getirdim. Bizim bahçeden.<br />- !?!?...patlıcanları mı? <br /> Patlıcana bayılırım ama burada Eleni diye birisi yok. Yanlış numara çevirdiniz.<br /><br />Telefonu suratıma kapatıyor...Diyecektim ki... <br />- Eleni'yi bulamazsan, patlıcanları geri götürme köyüne.<br /> Verecek kimse bulamazsan, yani... ben alırdım :) <br />(İşte burada Türk insanının patlıcana olan dayanılmaz düşkünlüğü giriyor devreye)<br />Halbuki buzdolabında patlıcan var. Bu patlıcan açgözlülüğü değilse nedir?<br /><br />Aklımın bir köşesi de sürekli düşünmekle meşgul; Eleni patlıcanlarına kavuşsaydı ne pişirirdi acaba? Büyük ihtimalle ya <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/05/bir-dilim-musakka-alr-msnz.html" target="_blank">musakka</a> ya da <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/06/briyam-ve-bir-patlcan-hikayesi.html" target="_blank">briyam</a>.<br /><br />Ama ben patlıcanlarımı lasagna yaptım bu kez. Patlıcanla arası çok da hoş olmayan Mayacık bile, kendisini "patlıcanlı" olarak tanıştırmayınca o çok sevdiği lasagna'yı indiriverdi mideye :)<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuoe9cjobtj4wd9v7P514VVkYTWO2Ujm3Z3iL8kk8Rf1_xmiJ1l2APNjmlTTWqvSBglXkRGPGn1ce8u-I9YNdRw360eKuTFFxP1nhrosIKIPA4F1vrvuVp0MVMPGeJd1rnQJUm/s1600-h/IMG_0696.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuoe9cjobtj4wd9v7P514VVkYTWO2Ujm3Z3iL8kk8Rf1_xmiJ1l2APNjmlTTWqvSBglXkRGPGn1ce8u-I9YNdRw360eKuTFFxP1nhrosIKIPA4F1vrvuVp0MVMPGeJd1rnQJUm/s400/IMG_0696.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376167059033232610" /></a><br />PATLICANLI LASAGNA<br />6-7 patlıcan (karnıyarığa niyet lasagna'ya kısmet olan bostan patlıcanları)<br />2 kuru soğan<br />3 diş sarmısak<br />4 olgun domates<br />1 yemek kaşığı domates salçası<br />1 tatlı kaşığı esmer şeker<br />Kekik, kara biber, tuz<br />Zeytinyağı<br /><br />1 paket önceden pişirmek istemeyen lasagna<br />400 gr. gouda (mozzarella, gravyer ya da kaşar peyniri)<br />200 gr. light krema<br /><br />Tarifte dikkatimi çeken beyaz sossuz oluşuydu. Beşameli de hesaba katmayınca, her zamankinden de hızlı bir lasagna oluvermişti.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhPgwo9FdSAzHYjiCytRE4uBOrwRVVZKcGMfg12SOfbXS5w3FEPThwpu1PCd4msx6bZN9Bl6ubPjndBlFHIdzxQmkVyxasAUxV0exIKcmUqmUSyESISJYHTNPCLZDmefjPKNMf/s1600-h/IMG_0657.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhPgwo9FdSAzHYjiCytRE4uBOrwRVVZKcGMfg12SOfbXS5w3FEPThwpu1PCd4msx6bZN9Bl6ubPjndBlFHIdzxQmkVyxasAUxV0exIKcmUqmUSyESISJYHTNPCLZDmefjPKNMf/s400/IMG_0657.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376163600402450850" /></a><br />* Patlıcanları boyuna dilimleyerek yağlanmış tepsiye dizip, 200 derecede yumuşayıncaya kadar fırınladım.<br />* Peynir ve krema dışındaki malzemelerden domates sosunu yaptım. İnce doğranmış soğanla sarmısağı kavurup, rendelenmiş domatesleri, salçayı, şekeri, tuzu, kara biberi ve kekiği ekleyip bir taşım kaynattım. Salçanın suyunu çekmemesi gerekiyor; susuz kalırsa biraz sıcak su ekleyin. Çünkü lasagna makarnaları önceden haşlanmadıkları için sosun suyuna ihtiyaçları var.<br />* Benim peynirim hazır dilimli olduğu için rendelemedim. Siz rende peynir kullanabilirsiniz.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi09jVcMCvvFSTaW6fD_SBB1CoZzaXEpX4-KDedTgANMe-UMLxruXuaFyssuwigjvAfCnegdOCdvrY47EUD62yRIcX2xV7cH7DjQABWy_Zx9qbgNIVcLtGsXaZhvVNeme9Bg2uF/s1600-h/IMG_0656.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi09jVcMCvvFSTaW6fD_SBB1CoZzaXEpX4-KDedTgANMe-UMLxruXuaFyssuwigjvAfCnegdOCdvrY47EUD62yRIcX2xV7cH7DjQABWy_Zx9qbgNIVcLtGsXaZhvVNeme9Bg2uF/s400/IMG_0656.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376163591173683122" /></a><br />* Yağlanmış tepsiye makarna-domates sosu-patlıcan-peynir sırasında kat kat dizin.<br />En üstte muhakkak bir kat peynir kalsın. Kremayı tepsinin kenarlarından döküp içine çekmesi için biraz sallayın. 200 derecede ısıttığınız fırında en azından 1 saat pişirin. İçi pişmeden üstü fazlasıyla kızarırsa, fırının ısısını 180 dereceye düşürüp pişirmeye devam edin.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjk7qLev5mkkLb86wKOpTMwtSmtdHOeQtiDJxnpNktPcrO3gPxSXIQEhIeh7_I5wJuRsxBIPRLkbQLRaETixhhNLY3xu1eDZVP7xPDq1lz8cm8YVEhZDUFd2_u_Py12Fe_ek784/s1600-h/IMG_0697.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjk7qLev5mkkLb86wKOpTMwtSmtdHOeQtiDJxnpNktPcrO3gPxSXIQEhIeh7_I5wJuRsxBIPRLkbQLRaETixhhNLY3xu1eDZVP7xPDq1lz8cm8YVEhZDUFd2_u_Py12Fe_ek784/s400/IMG_0697.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376167066875892578" /></a><br />Yanında <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/05/bir-dilim-musakka-alr-msnz.html" target="_blank">cacıki</a> ile nefis oluyor...<br /><br />* Tarif <a href="http://www.nigella.com/recipe/recipe_detail.aspx?rid=12286" target="_blank">Nigella Lawson</a>'dan esinlenerek yapılmıştır.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-37215481053198205042009-05-29T12:30:00.007+03:002009-05-30T16:11:37.927+03:00Mayısı ucundan yakalamak<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha7UBz3HjIlHJUmNTzKnyjSD64tlFnpquo9dXVbuqOTFNNysTdAwndhJRYplgk1TDrL_fhJTAdn4aBQTU02iCiVhiyEO3KueAOxibA5y3ufjAp4fcJv0xsbikLUoUvTzapJU0V/s1600-h/IMG_9346.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha7UBz3HjIlHJUmNTzKnyjSD64tlFnpquo9dXVbuqOTFNNysTdAwndhJRYplgk1TDrL_fhJTAdn4aBQTU02iCiVhiyEO3KueAOxibA5y3ufjAp4fcJv0xsbikLUoUvTzapJU0V/s400/IMG_9346.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5341599805316291794" /></a><br />Mayısı, gitmeden ucundan yakalamak istedim. Zaman nasıl da geçiyor. En azından 8 hafta sürecek radyoterapi hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Hergün hastaneye gidip gelmek, evde bir de bebeğin olduğunu ve Yorgo'nun da sezonunun başladığını hesaba katarsak hiç mi hiç kolay değildi. Zaman geldi, yavrukuşu bile yanımda götürmek zorunda kaldım. O hastanenin bahçesinde bir arkadaşımla dolaşırken ben de içeride 5 dakikalık terapimi yapıyordum. Bazen klinikte başına üşüşen, "Aa, Papatya bebeğini de getirmiş!" diyenlere bastı yaygarayı, bazen de birisini bulabilirsek evde kalıp gelişimi bekledi dört gözle *8)<br /><br />Çok yoğun geçen günler hızla akıp gidiyor aslında. Geçen hafta radyo terapim bitti. Klinikte, annelik duygularımı herkesten iyi anlayıp bana çok yardımcı olan doktorumla, her Allahın günü görüştüğümüz teknisyenlerle "bir daha iniallah görüşmeyiz" diyerek vedalaştık :)<br /><br />Yorgo'nun hemen her gün ve bütün gün işte olmasıyla, 2 çocuklu olmanın ne anlama geldiğini ancak idrak ettiğim dönemde bir de hastaneye gidiş-gelişlerle iyice yoğunlaşan programda kendime ayıracak hiç mi hiç zaman kalmıyordu. Yumurta haşlanacak kadar sürede alel acele öğle yemeğini yemek, Maya çişini yapıncaya kadar kahveyi kafama dikmek, asansör 4. kata çıkıncaya kadar sürede Dario'nun (kakasızsa!) bezini değiştirmek, sağ elimle sarmısak döverken sol elimle elma, armut yemek gibi yeteneklere sahip oldum. Şimdi bu yoğun programdan hastaneye gitmek bir den çıkıverince de yapmayı özlediğim o kadar çok şey vardı ki hangisini yapacağıma karar veremez oldum; şöyle ağız tadıyla yavaş yavaş bir kahve içmek bile kendimi kraliçeler gibi hissetmeme neden oldu. Bir kek yapmayalı ne kadar zaman olmuştu? Maya ne zamandır çilekli dondurma istiyordu, Dario'ya bir şapka almalı artık, eski şapkası kafasına sığmaz oldu. Sahi bu arada ne çok büyüdüler!! :) Geçen seneki eteklerinin hepsi Maya'ya süper mini olmuş. Dario'cuğun da neredeyse 1. doğum günü olacak. Tabi ya geçen sene bu zamanlarda hastalığımın teşhisi konmuştu da, bebeğimi azıcık daha geç doğursam olmaz mı pazarlıkları yapıyordum doktorumla. Tüm bu belirsizliklerin, korkuların, endişelerin üstünden 1 yıl geçti. Hala hayatta, neredeyse eskisi kadar sağlıklı ve umuyorum ki bu savaştan galip çıkmış olmak çok güzel... Herşeyin tadına varmak, çocukların her gününün, her anının kıymetini bilmek ne önemliymiş.<br /><br />Aileyle birlikte olmaya, paylaşmaya daha çok vakit harcamak... Zamanımın birazını da mutfakta geçirmek elbette. Sevdiklerime sevdiklerini pişirmek, sevgi katmak. Alelacele yapıp alelacele yemek yerine özenerek pişirmek sindirerek yemek.<br /><br />Havada kısa sürecek bir bahar kokusu var. Çok yakındır kaynar yaz sıcakları... Bu havaları kaçırmadan, otlar sararmadan, doğanın en canlı renkleri solmadan, taptaze mevsim sebzeleriyle birşeyler pişirmeli... Pişirip de buraya getirmeli...<br /><br />Bugün bir mezeyle açılış yapmak istedim. Girit'in meşhur peksimetleriyle hazırlanan, Dakos adında bir meze. Geleneksel olarak arpa unundan yapılan bu peksimetleri evde yapanına rastlamadım belki köylerde hala kendi odun fırınında ekmeğini yapanlar yapıyordur. Bizimki gibi şehirlerde ekmek fırınlarından hazır alınan bu peksimetleri Türkiye'de bulmak mümkün değil, ne yazık ki... Ama olur da yolunuz Girit'e düşerse, bir tane de Dakos ısmarlamayı unutmayın. <span style="font-style:italic;">(Belki aynı tarifi kızarmış ekmek dilimleriyle de denemek istersiniz)</span><br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaRF8mmoFNz14tTBUESw_Ir9vv4BndOKM4zNzWYz1fxxhXIB25EGKnilkI_0TkmnWLjDgw3_UxNa_8SMeyeROxzPWyFT1-ezvgLrDoLGXxqTJXcVbTatF43Z5e4hB-xJO3s1Up/s1600-h/IMG_9348.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 267px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaRF8mmoFNz14tTBUESw_Ir9vv4BndOKM4zNzWYz1fxxhXIB25EGKnilkI_0TkmnWLjDgw3_UxNa_8SMeyeROxzPWyFT1-ezvgLrDoLGXxqTJXcVbTatF43Z5e4hB-xJO3s1Up/s400/IMG_9348.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5341599799369949282" /></a><br />DAKOS (*Kukuvaya)<br /><br />1 adet Girit peksimedi (arpa unundan)<br />1 büyük olgun domates<br />2-3 kaşık ufalanmış beyaz peynir (Yunan Fetası, Türk teneke peyniri ya da tulum loru)<br />Zeytinyağı<br />Kekik<br />Deniztuzu<br />Kapari<br /><br />Girit peksimetlerini ıslatmadan yemek her yiğidin harcı değil. Dişlerini sağlam değilse hiç denemeyin derim. Her şeyde olduğu gibi bu peksimetlerin de bir usulü var. Peksimedi ya çeşmeden akan suyun içinde tutacaksınız ya da 1 kase suya daldırıp çıkaracaksınız. Ben size akan suyun altında tutmayı tavsiye ederim. Çünkü böylece elinizde dayılmayacak kadar yumuşadığından emin olabiliyorsunuz. 1 kase suya daldırmak dendiğinde, ne kadar kalması gerektiğini belirtmek çok zor ve peksimet bir anda öyle çok yumuşayabilir ki tutup kaseden bütün halde çıkarmak mümkün olmayabilir.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaemmNsizAoqfqaNIteGaolWD_-nur8dG4cUrj4KMDo3eINk8nX7rxL-B_dEUUVxmIp-xC2Aj_SqACQelXoI_CMNTJghGiHiyaOTZwVZnnQeyLx8-VYxRkG4unnVtQgERT3EAq/s1600-h/IMG_9341.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaemmNsizAoqfqaNIteGaolWD_-nur8dG4cUrj4KMDo3eINk8nX7rxL-B_dEUUVxmIp-xC2Aj_SqACQelXoI_CMNTJghGiHiyaOTZwVZnnQeyLx8-VYxRkG4unnVtQgERT3EAq/s400/IMG_9341.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5341600682794366050" /></a><br />Dediğim şekilde yumuşattığım peksimedi tabağa alıyoruz. Üstüne olgun, kıpkırmızı bir yaz domatesini rendeliyoruz. Tuzunu ve kekiğini atıp bolca sızma zeytinyağı gezdiriyoruz.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSqHl9gqX9gZLn4Awyen136_c7DpJ6vNPzDo8QYmJPNuISe64gIH8E3F63IOlv3nCnBTwjjZ34gnQKC4Pm676loJDZmbcBshy06fZItU_Q6eBfzFMoivaOnAG1XvdLh81qzqcv/s1600-h/IMG_9345.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSqHl9gqX9gZLn4Awyen136_c7DpJ6vNPzDo8QYmJPNuISe64gIH8E3F63IOlv3nCnBTwjjZ34gnQKC4Pm676loJDZmbcBshy06fZItU_Q6eBfzFMoivaOnAG1XvdLh81qzqcv/s400/IMG_9345.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5341600674468095362" /></a> <br />Üstüne beyaz peynirimizi ufaladıktan sonra, tekrar kekik, tekrar zeytinyağı gezdiriyoruz. En üstünü de (tercihen ev yapımı) kaparilerle süslüyoruz.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguh3_zzmjvYZPHZ3Y4OlDMTN6fWuZf5cMIQEDF5pNWqX67C-69-DDkhys1vHWmiBFDmGoP6wKgUk29aOkLXGicMKn01VqHLwZHwdYwRGtHLU_DtVJUTAJWhS44LdONnBk3cZkB/s1600-h/IMG_9353.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguh3_zzmjvYZPHZ3Y4OlDMTN6fWuZf5cMIQEDF5pNWqX67C-69-DDkhys1vHWmiBFDmGoP6wKgUk29aOkLXGicMKn01VqHLwZHwdYwRGtHLU_DtVJUTAJWhS44LdONnBk3cZkB/s400/IMG_9353.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5341599794783576722" /></a><br />İşte insanın içini ferahlatan bir lezzet...<br /><br />*Dakos ile ilgili birkaç ilginç not:<br /><br />Dakos, Girit'e özgü peksimetle yapılıyor olsa da, paketlenmiş peksimetleri Yunanistan'ın pekçok yerinde bulmak mümkün. Dolayısıyla Dakos'a çoğu Yunanlı aşina. Ama Girit'te bu mezenin bir başka ismi daha var ki bunu ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. O da "Kukuvaya". Şaşırdım çünkü "kukuvaya" Yunanca 'da "baykuş" demek, ama bu mezenin baykuşla ne ilgisi var bugüne kadar bilene rastlamadım :)<br /><br />Birgün Yorgo'ya şoförlerden biri anlatmış. Boğazına düşkün, içkisi de mezesi de sofrasından eksik olmayan, Girit'in köylüsü bir adam. Laf nasıl olduysa "kukuvaya"ya gelmiş. "Kukuvaya'nın hası nasıl yapılır bilir misin?" demiş adam. "Nasıl?" diye sormayı beklemiş. "Ben demiş peksimedimi suya değil, zeytinyağına daldırırım, zeytinyağının hasında yumuşatırım" Ne diyebilirim ki?... Boşuna değil, kişi başına zeytinyağı tüketimi Girit'te rekor düzeyde. <br /><br />Yunanistan dışında bütün Avrupa'nın en çok zeytinyağı tüketen ülkesi İtalya'da kişi başı yıllık tüketim 15 kg.yu bulmazken, Yunanistan'da 20 kiloyu geçmekte, Girit'te ise 25 kiloya ulaşmakta... Zeytinyağı içinde yüzüyoruz, kısacası :)Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-53972739901412197912009-04-05T15:35:00.004+03:002009-09-15T11:35:31.535+03:00Balık Çorbası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsfkc8rU6jgoGj9C9OQe9QGkxB6xo6_t0KiQlMXkTJeEimyX3DRQRDx68IzW0i0J2Eo_1CszSJmYAyXV3Fl82rnjKyiuUIOpm359K8tRxtPQ-0j_ulP4fwEthFU-R7r7clt2Ve/s1600-h/IMG_0131.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsfkc8rU6jgoGj9C9OQe9QGkxB6xo6_t0KiQlMXkTJeEimyX3DRQRDx68IzW0i0J2Eo_1CszSJmYAyXV3Fl82rnjKyiuUIOpm359K8tRxtPQ-0j_ulP4fwEthFU-R7r7clt2Ve/s400/IMG_0131.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5321188102182874562" /></a><br />Çorbası yapılan balıklar neden hep çirkin olur?<br /><br />Yoksa tam tersi mi? Tabağımıza konduğunda bizi korkutacak kadar çirkin oldukları için onlara "çorbalık" olmak mı layık görülür?<br /><br />Öyle ya da böyle, hayatımda, balığın çorba olarak önüme gelmesi çok eskilere dayanmıyor, ne yazık ki.. Yazık ki diyorum çünkü çocukluk yıllarımda bu lezzetten mahrum kalmış olduğumun farkına geç vardım. Evimizde balık kızartılır, fırınlanır, plaki yapılırdı da çorbası olmazdı hiç. Balık çorbasını ilk defa burada, Girit'te tattım. Tadını aldıktan sonra evimizde de pişirmeye başladık. Kızımın ilk içtiği çorbalardan oldu, her zaman da severek yedi. Çocuğunuza balığı yediremiyorsanız, lütfen çorbasını içirmeyi deneyin, balık yediğini bile anlamayacak.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhp55EuW-F7o5R3as7nerarhSiIBpvf-Y7__iFdjdDhkvJNNeCkU6cdLZwzQfYH2Eh7Xw4Ko5jaNGYFfNct4cwyl2FiY1KLViNVcYVK8LqV6IaqAxU3FtqArqaxMM_zpU8fh9Pf/s1600-h/IMG_0124.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhp55EuW-F7o5R3as7nerarhSiIBpvf-Y7__iFdjdDhkvJNNeCkU6cdLZwzQfYH2Eh7Xw4Ko5jaNGYFfNct4cwyl2FiY1KLViNVcYVK8LqV6IaqAxU3FtqArqaxMM_zpU8fh9Pf/s400/IMG_0124.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5321188093662670418" /></a><br />Burada hemen her evde pişirilir balık çorbası. Ama anladığım kadarıyla her evin balık çorbasının tarifi de, o evin zevkine göre değişiklikler gösterir. Kimi domates de koyar, kimi koymaz; kimi kabak rengini bulandırır der koymaz, kimi kabak olmazsa olmaz diye düşünür. Balıklar bile zevke ve o gün balıkçıda bulunan balığın çeşitliliğine göre değişir. Balığın çok taze olmasına dikkat edilir. Ayrıca derler ki ne kadar çok çeşitli balık kullanılırsa çorbanın lezzeti de o kadar güzel olur. Balığa eşlik edecekler arasında olmazsa olmazlar; patates, havuç, soğan ve kereviz sapıdır. Çorbayı koyulaştırmak için, çoğunlukla pirinç koyulur ama şehriye de olur. En sonunda da yumurtalı terbiyesi eklenir. Kısaca böyledir balığın çorba olma hikayesi.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGjiFFB32J_EtNc4TUnTIjqk3jcrwVgK1pR-qk376PygR0xd9cLdiTlGxgnH1HvFwK581BNaBxBUgqCsz0NC0hbi6LHv2VilsP30rUPtcfCyQrTjRh2C6_bgCpQmziB9r73zJq/s1600-h/IMG_2918.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGjiFFB32J_EtNc4TUnTIjqk3jcrwVgK1pR-qk376PygR0xd9cLdiTlGxgnH1HvFwK581BNaBxBUgqCsz0NC0hbi6LHv2VilsP30rUPtcfCyQrTjRh2C6_bgCpQmziB9r73zJq/s400/IMG_2918.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5321188096695514002" /></a><br />Balık çorbasının sunulması da ayrı bir seramoni aslında. Herşey bir tencerede olup bitmez. Karşımıza da bir tas çorba çıkmaz yalnızca. Bütün lezzetlerin özüne işlediği çorbanın yanında, haşlanmış balık(lar) uzun bir servis tabağında, haşlanmış sebzeler de ayrı bir kasede gelir karşınıza. Siz ister önce çorbanızı içer, sonra balıktan ve eşlik eden sebzelerden alırsınız ya da isterseniz balığınızı ve sebzeleri çorbanıza katıp hepsini birlikte yersiniz.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzry0OFPJw-n7dhiSSr6zGuZw_w1BXfXDmrI83c6g6bI5pzen-s2yqzszXPZZRFbSGkXTReiPA56HHuvFsdh7qcGHmKkxAsPy2cCGxCc6OCoks_N6zm3NPwWzg4rhQrapJ_HKX/s1600-h/IMG_0135.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzry0OFPJw-n7dhiSSr6zGuZw_w1BXfXDmrI83c6g6bI5pzen-s2yqzszXPZZRFbSGkXTReiPA56HHuvFsdh7qcGHmKkxAsPy2cCGxCc6OCoks_N6zm3NPwWzg4rhQrapJ_HKX/s400/IMG_0135.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5321194408088719826" /></a><br />Herkesin Balık Çorbası tarifi ayrı demiştim. İşte benimki de şöyle:<br /><br />Çorbalığa uygun cinsten, büyükse bir balık, küçükse bir kaç balık<br />5-6 orta boy patates, iri parçalara bölünmüş<br />4-5 orta boy havuç, iri parçalara bölünmüş<br />1 kuru soğan, bütün ya da ikiye bölünmüş<br />1 demet kereviz sapı, yarıya bölünmüş<br />1 limon<br />1 yumurta<br />Şehriye ya da pirinç (Bu kez kızım için harfli şehriye koymuştum. Kardeşim için glutensiz olsun istersem pirinç koyuyorum)<br /><br />Limon dışındaki bütün sebzeler, çorba için yeterli miktarda suyla kaynatılır. İyice pişmelerine yakın, balık bütün halde (ya da en fazla kafasıyla gövdesi ayrılmış olarak) kaynayan sebzelere eklenir. Balığı parçalamamakla çorbanın suyuna daha az kılçık dökülmesini sağlamış oluyoruz. Balığı koyduktan sonra çorbanın başından ayrılmamak gerekir. Çünkü oldukça kısa bir süre sonra, balığın iyice yumuşadığını gördüğümüzde, onu dağılmadan çıkarmamız gereklidir. Balığı bir kenara koyduktan sonra, içindeki sebzeleri de süzgeçli bir kepçeyle ayrı bir kaba ayırdığımızda geriye yalnızca sebzelerin ve balığın suyu kalır. Her ihtimale karşı bu suyu da süzüp içinde kılçık olmadığından emin olduktan sonra, tekrar tencereye alıp, içine yeterli miktarda pirincini/şehriyesini atıp kaynatılır. Pirinci kabardıktan sonrası malum. Alıştıra alıştıra yumurtalı-limonlu terbiyesiyle çorbamız hazır olur. Önceden ayrı ayrı servis tabaklarına konan balıklar ve sebzelerle birlikte sofraya gelir.<br /><br />Siz de isterseniz, daha önce sözünü ettiğim gibi, sofraya gelen balığın etinden ve sebzelerden de çorbanızın içine alıp, bütün lezzetlerin tadına bir arada varabilirsiniz.<br /><br /><span style="font-style:italic;">Not: Burada listesini veremeyeceğim kadar çok sayıda arkadaşım/okurumdan aldığım kucak dolusu iyi dilekler ve yüreklendirici sözler için hepinize çok teşekkür etmek istiyorum. Uzun bir süre daha sessiz kaldım. Birşeyler kötü gittiği için değil... Aksine, benim için endişelenen bunca insan varken, herşeyin yolunda gittiğini de söylemeliyim. Yazacak şey, söyleyecek söz bulamadım zaman zaman. Günler geçiyor, çocuklar büyüyor, ışın tedavim devam ediyor, saçlarım uzuyor :) Annemle babam İzmir'e dönse de, elbette bu tencere kaynamaya devam ediyor. Birşeyler pişiyor, bazen "ah, bunu yazsaydım" dediğim de oluyor... bir yerden başlamalı tekrar.<br />Birşey anladım ki, hayatı sevmek herşeyin yeniden başlangıcı oluyor.</span>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-60770044924164757142009-01-05T12:59:00.002+02:002009-01-05T13:50:42.000+02:00Yeni Yılda Herkese Herşeyden Önce Sağlık Diliyorum<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgec3SbGzD3yU85asSNdYu-BP4NFgu4PiVjzU5p1xCZmUZd4RitB-Oo8wqouyAGzZu_g216jVMGzWLGw3hlWmKpEhUzeqTn011nPLIGMxq5qL0GtyiF5Jl6M9pVbZlYN2m6J_aa/s1600-h/MayaDario.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 267px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgec3SbGzD3yU85asSNdYu-BP4NFgu4PiVjzU5p1xCZmUZd4RitB-Oo8wqouyAGzZu_g216jVMGzWLGw3hlWmKpEhUzeqTn011nPLIGMxq5qL0GtyiF5Jl6M9pVbZlYN2m6J_aa/s400/MayaDario.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5287763870437043554" /></a><br />Başıma gelen olayları ve yaşadıklarımı nasıl oluyor da bu kadar serinkanlılık ve kabullenmişlikle anlatabildiğimi soruyorlar bana. İnsanın karakteriyle mi ilgili birşey ben de bilmiyorum. Elbette çocuklarım, en büyük desteğim. Aradığım umut, onların gözlerinin içindeki ışıkta saklı. Biliyorum ki bana ihtiyacı olan iki minik meleğim var. Benim de onları bu ihtiyaçdan yoksun bırakmaya da hiç mi hiç niyetim yok :)<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhy3zf4zCYUub8wPyFCv3cDfiK5_9s6X3SOO4P85FcXv72Xt11dOlBDq_HgY5lFlJDGEG0VtdtNySuWshl9_Q-BJwOnEROW264pnJwIScybSClWjt-VLBxXT72kUEveYEsZu36C/s1600-h/cocuklarla.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhy3zf4zCYUub8wPyFCv3cDfiK5_9s6X3SOO4P85FcXv72Xt11dOlBDq_HgY5lFlJDGEG0VtdtNySuWshl9_Q-BJwOnEROW264pnJwIScybSClWjt-VLBxXT72kUEveYEsZu36C/s400/cocuklarla.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5287763866157752466" /></a><br /><span style="font-style:italic;">Sağlığım için endişelenen herkese yürekten teşekkür ediyorum.<br />Gelişmeler iyi, çok şükür. Kasım başında ameliyat oldum. Biyopsi sonuçları da yılbaşından az önce açıklandı. Koltukaltı lenflerimin temiz çıkması olabilecek en iyi haberdi. Aldığım kemoterapilerle oldukça seyrelen saçlarım da yeniden çıkıyor :) Herşeyden önemlisi kendimi iyi hissediyorum. İçimdeki yoğun duygu birikiminin de etkisiyle, tekrar yazmaya başlayabilirim. </span>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com30tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-41103754419705175032008-10-15T17:31:00.000+03:002008-10-15T18:14:05.961+03:00Artık bir açıklama yapma zamanı...İnanılmaz rastlantılar ve insanın kaderini bir anda değiştiriveren olaylar yalnızca filmlerde olmuyormuş. Bazen en büyük mutlulukların gölgesinde; başımıza gelmesini hiç beklemediğimiz şey bizi en beklenmedik anda bulabiliyormuş. Bir gün herşey her zamanki gibi giderken, kendiniz hakkında öğrendiğiniz bir gerçek, o andan itibaren yaşama bakışınızı tamamen değiştirebiliyor ve artık hiç birşey eskisi gibi olmuyor.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwApo-xkAQ0NFIkfOSfkkCcIqSSmnOniTjeGxKmkNAKynXJiEIImkjes6yKcepcfZQs9AGq3IElZpUwfFI5HDtMZ6QV_dWSFCWMahMY2THYhiqZa3sECidsp1g8BukDHewg39O/s1600-h/IMG_6086.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwApo-xkAQ0NFIkfOSfkkCcIqSSmnOniTjeGxKmkNAKynXJiEIImkjes6yKcepcfZQs9AGq3IElZpUwfFI5HDtMZ6QV_dWSFCWMahMY2THYhiqZa3sECidsp1g8BukDHewg39O/s400/IMG_6086.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5257398441991764066" /></a><br />Aylardır bir sürpriz olarak sakladığım bebeğimizin doğum haberini paylaşıncaya kadar, hayatın benim için ne sürprizler sakladığından habersizdim. Karnımda bir melek taşırken, göğsümde de sinsi bir şeytanı barındırdığımın farkında değildim bile. Günlük hayatın kargaşasında olmadık şeylere kafamızı takarken; bazen gözardı ettiğimiz ufacık birşey, olmasından en çok korktuğumuz şey olabiliyor. O gün, yürüyüşe çıktığımda oradan geçmeseydim, herşey çok daha kötü olabilirdi. Çünkü göğsümde hissettiğim şeyin sanıldığı gibi hamilelik ve emzirmeyle ilgili birşey olmadığı; başlangıç aşamasında keşfedilen bir göğüs kanseri olduğu anlaşıldığı anda hayatımın akışı da, anlamı da değişti benim için. Hiç bilmediğimiz bir dünyada, yeni bir mücadele serüveni başlamıştı.<br /><br />Bu karamsar tablo içinde bebek de anne de, yine de şanslıydık...<br />Bebek şanslıydı; biraz erken de olsa hayata sağlıkla gözlerini açabildi.<br />Anne de şanslıydı; kendinin bile önemsemediği şeyi, önemseyenleri kader karşısına çıkarmıştı.<br /><br />Oğlumuz Dario neredeyse 4 aylık oldu. Benim de tedavi serüvenim başladı.Yolum uzun...İyi ki yalnız değilim. Sevdiklerim hep yanımda.<br /><br />Komşunun evinde, anneciğin ellerinden anne yemekleri pişiyor.<br />Birgün ben de değişik birşeyler pişirdiğimde geri döneceğim...Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com48tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-64022170156001438002008-05-22T22:51:00.000+03:002008-05-22T22:52:40.226+03:00Kabak severlere... yakında<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfvC5yiv_-dqUQqUnj7npzWRpymo1y5XUxfDs_W-4BzqEqc5p7JMEXGUZsgWbm0f3SlnQ06514rAFP2_jwVFodTmHpXL_Gr5h1ot91MeprJLPLRu6pci-msz1LzyAb-FDzbr6X/s1600-h/DSCN0761.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfvC5yiv_-dqUQqUnj7npzWRpymo1y5XUxfDs_W-4BzqEqc5p7JMEXGUZsgWbm0f3SlnQ06514rAFP2_jwVFodTmHpXL_Gr5h1ot91MeprJLPLRu6pci-msz1LzyAb-FDzbr6X/s400/DSCN0761.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5203292461135189906" /></a>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-21876704888317894932008-05-13T10:15:00.000+03:002008-05-13T11:41:34.751+03:00Rüyalara ve kabuslara giren makarnalar<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNkDYx6U_mkT4QAHiIuBL4E-PkAlO-KvwHY3xolPThiJnJrEIBUr2ODWRXwru3yj85b99ObVmRTP2wwC1ZCJCD7DtJPO8Of4X16rQWhowo36ijMr_F3Hao_6ivFlRmJTz-_KUC/s1600-h/kafadan+bacakl%C4%B1lar.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNkDYx6U_mkT4QAHiIuBL4E-PkAlO-KvwHY3xolPThiJnJrEIBUr2ODWRXwru3yj85b99ObVmRTP2wwC1ZCJCD7DtJPO8Of4X16rQWhowo36ijMr_F3Hao_6ivFlRmJTz-_KUC/s320/kafadan+bacakl%C4%B1lar.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5199768213934131154" /></a><br />Yediğiniz en kötü makarna nasıldı? Makarna dediğin de ne kadar kötü olabilir, diye düşünebilirsiniz. Ne olabilir ki? "Herkes makarna haşlayabilir" diyerek makarnayı ateşte unuttuğunuzda gereğinden fazla pişen makarnaların hepsi bir daha ayrılmamacasına birbirine yapışıp süzgecinizin şeklini alarak bir hamur kitlesine dönüşebilir. O yüzden makarna pişirirken bile ocağın başından ayrılmamak, çok gecikmeden ocağı söndürmek gerekir.<br /><br />Ama benim korkulu rüyam haline gelen makarna ne yapış yapıştı ne de hamurlaşmıştı. İşin ilginci hayatımın en korkunç makarnasını, ne pişirse parmaklarınızı yiyeceğiniz kadar lezzetli olan bir ustanın elinden yemiş olmamdı. Makarnalar tam kıvamındaydı da benim katlanamadığım makarnaya eşlik edenlerdi.<br /><br />90lı yıllarda, Yunanistan'a ilk gelişlerimden biriydi, Yorgo'nun Atina'daki dayısının evinde birkaç gece ağırlanıyorduk. Yengenin ellerinden birbirinden güzel yemeklerle midemiz adeta bayram yapıyordu. Yaptıklarına yaratıcılık katmayı bilen, geleneksel lezzetlerin neredeyse hepsini evinde de deneyen, bazılarının yalnızca "dışarıda yenilen yemekler" olarak gördüklerini bile evinde pişirebilen hünerli bir hanımdır yengemiz. Yedirmeyi sevdiğinden, annem gibi de bol kepçe olduğundan ne yapsa tabaklara tıka basa doldurur her zaman.<br /><br />O gün de, ailecek sevdikleri gelenekse bir lezzeti benimle paylaşmak istemişti. Biz sabahtan dışarıda olduğumuz için ne yaptığını görememiş, koklayamamıştım. Hevesle ve iştahla sofraya oturduk. Tabakları birer birer aldı ve doldurdu(!!) Tek anlayabildiğim bir çeşit makarna olduğuydu; ama bu renk?! bu görüntü!? <br /><br />Yengeciğim, <span style="font-weight:bold;">Mürekkepbalıklı Makarna</span>, yapmıştı. Üstelik makarna mürekkep balığının mürekkebiyle birlikte pişmiş, kapkara bir renk almış, makarnaların arasından ince uzun bacaklarıyla beni selamlıyordu :) Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemediğim ender anlardan biriydi. Evdeki tek yemek oydu, etrafımdaki herkes iştahla yerken, yaptığı hakkında yorum yapmamı bekleyen yenge gözümün içine bakarken "ben bunu yiyemiycem" diyemedim. Ama boğazımdan nasıl geçti o makarna onu da bir ben bilirim. Tabi ki bitiremedim o tabak dolusu kapkara yemeği. Ayıp olmayacak (ölçüsü nedir ki!?) kadar yedikten sonra sofrada başını alıp giden sohbete katıldım ve herkes kalkıncaya kadar da tabağımdaki makarnayla öylece kalakaldım.<br /><br />Belki tadına bakıp da beğenenleriniz vardır ama ben herşeyden önce görsel olarak bu yemeği kabullenemedim, ne diyebilirim. O günden sonra da Yunanistan'ın hiçbir yerinde, önüme gelen hiçbir yemekte bu kadar çok zorlanmadım :)<br /><br />Elbette ki yemeğe bile dayanamadığım bu makarnanın tarifini vermeyeceğim sizlere. Benimki bildiğimiz fırın makarnanın, biraz hayalgücü yardımıyla mantar katılmış olanı. Evdeki birkaç mantarı değerlendirmek ve makarnanın lezzetini zenginleştirmek için "iyi" makarna deneyimleri arasındaki yerini aldı. Tarif bildiğiniz gibi, kolay, çabuk, lezzetli ve korkacak bir yanı yok :)<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLkR7Gi0EgchUtaShnVzM_DGIDev6I1rOG8LvU7RN_Zld2IadF4XgyHjEvPN4qR5PGCcKE3g20A_wrknzAC3rhUAb06RH8NUfK2LNZKNUTaKyDzD4yPFxB5kp_bpkNAsZoWkKw/s1600-h/IMG_5050.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLkR7Gi0EgchUtaShnVzM_DGIDev6I1rOG8LvU7RN_Zld2IadF4XgyHjEvPN4qR5PGCcKE3g20A_wrknzAC3rhUAb06RH8NUfK2LNZKNUTaKyDzD4yPFxB5kp_bpkNAsZoWkKw/s400/IMG_5050.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5199777585552771042" /></a><br />1 paket fırın makarnaya uygun makarna<br />150-200 gr. rendelenmiş peynir (kaşar, gravyer cinsi)<br />5-6 orta boy taze mantar<br /><br />Beşamel için:<br />1 kahve fincanı tereyağ<br />1 büyük fincan un<br />5 büyük fincan süt (4 fincanı süt + 1 fincanı krema da olabilir)<br />1 büyük fincan rende peynir<br />2 yumurta<br />tuz, kara biber, muskat cevizi rendesi<br /><br />Bir tencerede tereyağında unu kavuruyoruz. Soğuk sütü yavaş yavaş eklerken sürekli karıştırıyoruz. İstenilen kıvama geldiğinde ateşten alıp içine rende peyniri ve çırpılmış yumurtaları, tuzu, biberi, muskatı ekliyoruz.<br /><br />İnce ince doğradığımız mantarları birazcık zeytinyağında kavuruyoruz. Bu arada haşladığımız makarnaları süzüp kavurduğumuz mantarlarla ve rendelenmiş peynirin yarısıyla karıştırıyoruz. Pişirdiğimiz beşameli ekleyip güzelce karıştırdıktan sonra fırın kabımıza döküp kalan peyniri üstüne serpiştiriyoruz. 200 derecede üstü kızarıncaya kadar pişiriyoruz.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-72135370945385443722008-05-08T17:33:00.002+03:002008-05-26T00:19:13.773+03:00Biraz da müzik<object width="425" height="355"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/B2fRO3tP3Jc"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/B2fRO3tP3Jc" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="355"></embed></object><br /><br />Besteci Santuri Ethem Efendi'nin ŞEHNAZ LONGA adlı eserini 12 Girls Band yorumluyor.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-85746290246948766612008-04-30T18:39:00.002+03:002008-04-30T19:07:01.495+03:00İnsan Hakları için Blogcular Elele Verelim<a href="http://unite.blogcatalog.com" title="BlogCatalog - Blogging For Hope" target="_blank"><img src="http://blogcatalog.s3.amazonaws.com/badge/080515/humanrightsbadge3.jpg" alt="Bloggers Unite"></a><br /><br />15 Mayıs 2008 günü, bütün blogcular bu kez "İnsan Hakları" konusunda yazacaklar.<br />Bu etkinliğe katılmak istiyorsanız;<br /><br />* Herşeyden önce <a href="http://unite.blogcatalog.com/" target="_blank">Bloggers Unite</a> sayfasını ziyaret edip bu etkinlik hakkında bilgi edinin.<br />* O güne kadar blogunuzda bu etkinliği duyurun. <br />* 15. Mayıs.2008 perşembe günü de blogunuzda bu konuya dikkat çeken bir yazı yazıp yayınlayın. Yazınızın başlığı “Bloggers Unite For Human Rights” olsun.<br />* Okuyanların bu konunun hassasiyeti hakkında birşeyler öğrenebilmesini sağlayın, bu konuda daha detaylı bilgi edinebilecekleri linkler ekleyin.<br /><br />Haydi blogcular,İnsan Hakları için klavye başına!Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-25415666149606380732008-04-28T01:07:00.000+03:002008-04-28T01:46:29.740+03:00Yabani Pırasalı (ve patatesli) omlet<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIEkt6JzGbtkG8NWr7s2TMgNf95Y759kneF6NG6gR0YkNsZAEnU_J_mVbgFB3NAUfEmCe_icbaTGsU_atg-IP3lbWJBeaTSRxH4G3_8ldaM3Ryw9qg1i33Dj_zd2-c_mFJFgsf/s1600-h/IMG_4217.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIEkt6JzGbtkG8NWr7s2TMgNf95Y759kneF6NG6gR0YkNsZAEnU_J_mVbgFB3NAUfEmCe_icbaTGsU_atg-IP3lbWJBeaTSRxH4G3_8ldaM3Ryw9qg1i33Dj_zd2-c_mFJFgsf/s320/IMG_4217.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194052790472477074" /></a><br />Yabani pırasalar daha çok kış aylarında dağ da bayırda kendiliğinden yetişiyor. Özellikle yeşil kısımları renkleri ve yassı yapraklarıyla taze sarımsağı andırıyor. Ama sarımsağa göre daha yassı olan beyaz kısımlarından sarımsak olmadıklarını anlıyorsunuz. Yetiştirme olmadıkları için, genelllikle ot satanlarda küçük demetler halinde satılıyor pazarlarda. <br /><br />Girit'e yeni geldiğimde yabani pırasayı bilmiyordum. Burada gördüm ilk defa. Zaman içinde, kışın zeytin toplamaya gittiğimiz zamanlarda zeytin ağaçlarının yakınlarında kendiliğinde biten bu minik cılız pırasaları tanır oldum. Hatta elimde bıçak olmasına rağmen çok derinlere uzanan köklerine ulaşmanın neredeyse imkansız olduğunu gördüm. Böylece yabani pırasa demetlerinin neden hep başlarından kesilmiş olarak (püskülsüz) satıldığını anlamıştım.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEid3TEJ-txp1JBxI7Dl-BPDSFTLe2PxTIFRSq4bBoU9c5WRrOmyyI4vbhVJlsNBhyphenhyphenRfZq3ja8vwqJM6Sx4W-hbUl-eSfexCzOlI0Wn0AwlEDJ0xJoikU1HGiGvnchvE8Vz9cNEh/s1600-h/IMG_4221.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEid3TEJ-txp1JBxI7Dl-BPDSFTLe2PxTIFRSq4bBoU9c5WRrOmyyI4vbhVJlsNBhyphenhyphenRfZq3ja8vwqJM6Sx4W-hbUl-eSfexCzOlI0Wn0AwlEDJ0xJoikU1HGiGvnchvE8Vz9cNEh/s320/IMG_4221.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194052786177509762" /></a><br />Bu fotoğraf aylar önce çekilmiş ama tarifiyle birlikte yayınlanmak üzere beklemekteydi. Yakın zamana kadar pazarlarda vardı yabani pırasa demetleri. Pırasalara veda etmeden bu tarifi de yayınlamak istedim. Aslında pırasalı omlete patatesleri eklemek benim fikrimdi. Çünkü pırasalar çok fazla değildi ve kavrulduklarında iyice azalmışlardı. Siz aynı tarifi rahatlıkla bildiğimiz pırasayla da uygulayabilirsiniz.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxcIT08fImDEGictgwpjN-Ln5lCCl_Oz5JGZJtWZdgJbLldympoYNyK8bo2h_XD4K__wk_CtEx6VhO31tw4kO82VxdA5Q6DsFR7vftmXpYw-uekuZ7vyBRRi4lzhyphenhyphenmhHO-fgLc/s1600-h/IMG_4226.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxcIT08fImDEGictgwpjN-Ln5lCCl_Oz5JGZJtWZdgJbLldympoYNyK8bo2h_XD4K__wk_CtEx6VhO31tw4kO82VxdA5Q6DsFR7vftmXpYw-uekuZ7vyBRRi4lzhyphenhyphenmhHO-fgLc/s320/IMG_4226.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194052163407251810" /></a><br />1 demet yabani pırasa<br />3-4 patates<br />4 yumurta<br />tuz, kara biber, pul biber<br />Biraz zeytinyağı<br />Pişme süreleri aynı olmadığı için ayrı bir tavada ince doğranmış pırasaları, bir başka tavada da küp küp doğranmış patatesleri zeytinyağında kavuruyoruz. Sonra omleti yapacağımız tavaya aktarıyoruz. Tuzunu, biberini, arzuya göre pul biberini ekleyip, çırpılmış yumurtayla karıştırıp omletimizin bir tarafının iyice kızarmasını bekliyoruz. Bir tabak ya da kapak yardımıyla çevirip diğer tarafını da kızartıp, dilimleyerek servis yapıyoruz.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDLBxIDR4hF5FwNhvhWsT3HCBayEJOQ6xwxBGuW5l2rthH8ybXhVVD8WZsEbUITrJMkyDhFt6MVe8oAny9mTGWfZzuMiWCYHxkBepl9C7WmmsGdvTZGtI8HU_YYhtw31qaiEh-/s1600-h/IMG_4227.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDLBxIDR4hF5FwNhvhWsT3HCBayEJOQ6xwxBGuW5l2rthH8ybXhVVD8WZsEbUITrJMkyDhFt6MVe8oAny9mTGWfZzuMiWCYHxkBepl9C7WmmsGdvTZGtI8HU_YYhtw31qaiEh-/s320/IMG_4227.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194052171997186418" /></a><br />* İster pişerken, yumurtasıyla birlikte, isterseniz tabaklara servis yaptığınız sırada peynir rendesi de ekleyebilirsiniz.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-84996278574486374742008-04-17T11:20:00.004+03:002008-04-28T01:50:36.920+03:00Spanakorizo<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgesO_KPe3h5RQGI2GzeGLmTk5XksiytzS2ByMALkY6tOiKFE4CdpfBF72ejqgoDKm69vCppaDmsy9iRgmvBxwj3Oqbp5O7lsbZ7NqqgrS5PVZZyGKUmXeva1J5ZHWsvc5x_WiN/s1600-h/IMG_4931.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgesO_KPe3h5RQGI2GzeGLmTk5XksiytzS2ByMALkY6tOiKFE4CdpfBF72ejqgoDKm69vCppaDmsy9iRgmvBxwj3Oqbp5O7lsbZ7NqqgrS5PVZZyGKUmXeva1J5ZHWsvc5x_WiN/s320/IMG_4931.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5190127534420134226" /></a><br /><br />"Bildiğimiz ıspanak yemeğinde pirincinin ölçüsüyle biraz oynarsanız ne olur?" demiştim.<br /><br />Yunan usulü Zeytinyağlı ıspanak olur. Buna da spanakorizo derler. (<span style="font-style:italic;">Zaten "spanaki" ıspanak demektir, "rizi" de pirinç. Pirinçli ıspanaktan çok, aslında ıspanaklı pirinçtir yani)</span><br />Ispanağı, börek yapmak dışında, pişirmenin en yaygın yoludur komşunun mutfağında. <br />Bu tarif, salçasız ve pirinci bol olduğundan ortaya çıkan, yeşil-beyaz bir yemektir. Üstelik sulu bir sebze yemeğinden çok, sebzeli bir pilav kıvamındadır.<br />Memleketimizde 1 avuç pirinçle yapılıp daha sulu kalan ıspanak yemeğine ilk bakışta benzemez. Tadındaki en büyük fark da zeytinyağının ağızda hissedilir belirginliği, bol soğanın verdiği tatlımsılık ve varsa muskat cevizinin aroması. Tarifi şöyledir:<br /><br />1 kilo ıspanak<br />1 bardak pirinç<br />2-3 soğan, yemeklik doğranmış<br />1 tatlı kaşığı şeker<br />1 çay kaşığı muskat rendesi<br />Zeytinyağı<br />Tuz<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKLS8vUX-50ueG1pYNkljj3OKi2tYTeSHa6Q3JI4GZ29kfZjiRVDombv7RRur6FjOA5HHeWKB6XWONGn8jJQhu9e6tLHPL_P-54Uqa4DbY5XFHljhZxf3TjsbMTTgbyK5ZB74R/s1600-h/IMG_3006.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKLS8vUX-50ueG1pYNkljj3OKi2tYTeSHa6Q3JI4GZ29kfZjiRVDombv7RRur6FjOA5HHeWKB6XWONGn8jJQhu9e6tLHPL_P-54Uqa4DbY5XFHljhZxf3TjsbMTTgbyK5ZB74R/s320/IMG_3006.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5193223165999647058" /></a><br />Ispanakların ayıklanma ve yıkanma faslını bir cümlede geçtikten sonrası ne kadar zor olabilir değil mi? :) Yemeklik doğranmış bol soğan zeytinyağında kavrulur. Kavrulmasına yakın şekeri ve muskat cevizi rendesi eklenir. Doğranmış ıspanaklar koyulup kavrulur. Pirinciyle birlikte 1 bardak kadar da sıcak su eklenir. Tuz, kara biber ilavesiyle altı kısık olarak pişirilir. Pirincin cinsine göre biraz daha fazla su isteyebilir. (<span style="font-style:italic;">Eğer yağ konusunda kısıtlama yapmıyorsanız piştikten sonra üstüne birazcık zeytinyağı gezdirip karıştırmak çok iyi gidiyor doğrusu </span>:)<br /><br />Not 1: Bu tarifin en çok sevdiğim yanı da, saatle ayıklanıp yıkanan ıspanağın, sadece bir avuç yemek kalmayıp bereketli olması :)<br />Not 2: Fotoğrafa dahil edip de değinmediğim ufak bir detay da, burada ıspanağın (spanakorizo'nun) yoğurtla değil de limon sıkılarak yenilmesi.<br />Madem ki süt ürünleri ıspanağın içindeki demirin emilimine engel oluyormuş. Bir dahaki sefere siz de yoğurt yerine limonla deneyin. Çok ferah, iç açan bir lezzet oluyor...Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-33456426968081491252008-04-12T20:07:00.002+03:002008-04-13T12:08:16.251+03:00Masum çocuklar istismara uğruyor<a href="http://doctus.org/dunyayi-guzellik-kurtaracak-mim-t26317.html" title="s" target="_blank"><img src="http://doctus.org/banner/banner300x250.jpg" alt="doctus" /></a><br /><br />Sevgili <a href="http://www.acemiasci.com/" target="_blank">İpek</a>, çok hassas bir konuya dokunan bu yeni mim'de beni de sobeledi.<br /> <br />İster İnternet'teki sanal ortamda olsun, isterse gerçek hayatın içinde; kabul edilmesi çok zor, gözardı edilemesi de imkansız olan bir gerçek var ortada: karşı koyacak güce sahip olmadıkları için masum çocuklar istismara uğruyor. <a href="http://www.unicef.org/protection/index_exploitation.html" target="_blank">UNICEF'in verilerine göre</a> her yıl 1 MİLYONUN ÜZERİNDE çocuk, köle gibi satılıyor, çalıştırılıyor, cinsel istismara uğruyor.<br /><br />Bu konuya hassasiyeti arttırmak, dikkatleri çekmek, en azından manevi destek verebilmek için sesimizi duyurmalıyız!<br /><br />Çocukların istismara uğradıkları ortamlar yalnızca internet sayfaları, iş veya aile ortamları değil elbette. Bu konu üzerinde ne yazmalı, nasıl yazmalı, nereden başlamalı diye düşünürken aklıma gelen pekçok tatsız şeyden biri de savaş oldu. Dünyamızın milyonlarca çocuğu, bedelini çoğunlukla hayatlarıyla ödeyerek öğreniyor savaşın kitaplardan öte nasıl bir gerçek olduğunu. Ama hiçbir zaman öğrenemedikleri, anlayamadıkları da bunun ne sebepten başlarına geldiği oluyor.<br /><br />Savaş ve çocukların çektikleri: Bu kelimeler bana çocukluk yıllarımdan bir şarkıyı anımsattı. Şarkının insanın yüreğini sızlatan sözlerini kimin yazdığını bile bilmeden, defterime not etmiş, ezberleyip pek çok kere söylemiştim. Neşelenmek için söylenen mutlu bir şarkı değil. Bana hala hissettirdikleri de; derin hüzün, acıma ve ne yazık ki çaresizlik.<br /><br />Sözleri de şöyle:<br /><br />KIZ ÇOCUĞU<br />Kapıları çalan benim<br />kapıları birer birer.<br />Gözünüze görünemem<br />göze görünmez ölüler.<br /><br />Hiroşima'da öleli<br />oluyor bir on yıl kadar.<br />Yedi yaşında bir kızım,<br />büyümez ölü çocuklar.<br /><br />Saçlarım tutuştu önce,<br />gözlerim yandı kavruldu.<br />Bir avuç kül oluverdim,<br />külüm havaya savruldu.<br /><br />Benim sizden kendim için<br />hiçbir şey istediğim yok.<br />Şeker bile yiyemez ki<br />kâat gibi yanan çocuk.<br /><br />Çalıyorum kapınızı,<br />teyze, amca, bir imza ver.<br />Çocuklar öldürülmesin<br />şeker de yiyebilsinler. <br /><br /><a href="http://www.nazimhikmetran.com/siirlerinden_secmeler_index.html" target="_blank">Nazım Hikmet RAN</a><br />1956<br /><br />Umuyorum ki, <a href="http://doctus.org/dunyayi-guzellik-kurtaracak-mim-t26317.html" target="_blank">dünyayı güzellikler ve iyi yürekli insanlar kurtaracak</a>! Çocuklar çocukluklarını yaşayabilecek; şeker de yiyebilecekler...<br /><br />Bir de, Fazıl Say'ın yorumunu dinleyin...<br /><br /><object width="425" height="355"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/MmD-QpyYdhk&hl=en"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/MmD-QpyYdhk&hl=en" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="355"></embed></object><br /><br />Zinciri devam ettirmek için; Sevgili <a href="http://mutfakpencerem.blogspot.com/" target="_blank">Tata</a>'yı, <a href="http://rusticfoods.blogspot.com/" target="_blank">Betül</a>'ü ve <a href="http://kahire.blogspot.com/" target="_blank">Sevgi</a>'yi davet ediyorum.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-35251383014187267812008-04-09T18:54:00.000+03:002008-04-09T18:55:59.258+03:00Kuzu etli stamnagati<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHEtb6e3aZcLq2M79Yah3URy3UUQM5had_xWWPeRdEzOZWFmDah4RyX4Ih0eiLVQjTOsfmWK6wkAiTADu92dVgFgcEdAxJRJSuF4BhzeO2jNYP7sDnazUIcX1sr0CIGKXgrmFY/s1600-h/IMG_4974.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHEtb6e3aZcLq2M79Yah3URy3UUQM5had_xWWPeRdEzOZWFmDah4RyX4Ih0eiLVQjTOsfmWK6wkAiTADu92dVgFgcEdAxJRJSuF4BhzeO2jNYP7sDnazUIcX1sr0CIGKXgrmFY/s320/IMG_4974.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5187260829318918242" /></a><br />Stamnagati, Girit'te oldukça yaygın bir çeşit radika. Acımsı tadından hoşlananlar çiğ yemeyi tercih ediyor, bazıları da haşlayıp tüketmeyi. Bir de buralara özgü olarak kuzu, hatta tercihen keçi etiyle yapılan yemeği oluyor. Arapsaçı neyse ama radika cinslerini kuzu etiyle pişirmek Ege'de pek yaygın olmadığı için bu tarif bana değişik gelmişti ama nedense merak edip de etlisini pişirmek bunca yıl sonra aklıma geldi. Otları tek başlarına bile öyle çok seviyorum ki, başka bir lezzetle denemek yerine hemen zeytinyağı ve limona gidiyor elim nedense :)<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEIHhp9PBe_H4kKBEu41pA3RokC-c6AXkDSF6au7arAfyQziZlVYiR3jJiezqjU1cL2SdL2GkC5RXa5tALfW5WvcWLLt1KhVjqlEWP9BqXOSRLdgxIfvYNPsnSVhDcYB7-PeR_/s1600-h/IMG_4979.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEIHhp9PBe_H4kKBEu41pA3RokC-c6AXkDSF6au7arAfyQziZlVYiR3jJiezqjU1cL2SdL2GkC5RXa5tALfW5WvcWLLt1KhVjqlEWP9BqXOSRLdgxIfvYNPsnSVhDcYB7-PeR_/s320/IMG_4979.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5187247532100169810" /></a><br />Tarif oldukça yalın ve kolay. Üstelik bazı kitaplarda stamnagati yerine bildiğimiz radikayla da yapılabildiğini okuduğumu da eklemek istiyorum.<br /><br />Yarım kilo stamnagati (ya da bulabildiğiniz bir cins radika)<br />Yarım kilo kuzu/keçi eti<br />2 limonun suyu<br />1 yumurta<br />kara biber, tuz<br />zeytinyağı<br /><br />Stamnagati'leri ayıklayıp güzelce yıkadıktan sonra kaynar suda 5 dakika kadar haşlayıp süzüyoruz. Bu işlem aynı zamanda otların acılığını da alıyor.<br />Yemeklik parçalara doğranmış eti zeytinyağında 4-5 dakika kadar kavuruyoruz.(Bazı tariflerde bu aşamada eti 2 yemek kaşığı kadar şarapla söndürüyordu. Ben kullanmadım.)<br />Yarım bardak kadar sıcak su ekledikten sonra kapağı kapalı kısık ateşte yarım saat pişiriyoruz. Yarım saat sonra haşlayıp süzdüğümüz otları ekleyip yavaşça karıştırıyoruz. Tuzunu ve kaara biberini ekleyip 20 dakika daha kısık ateşte pişirmeye devam ediyoruz. Pişmenin sonunda limon suyu ve çırpılmış yumurtayla yaptığımız terbiyeyi -yemeğin suyundan alıp yavaş yavaş alıştırarak- yemeğimize ekliyoruz.<br />Sıcak servis yapıyoruz. <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJrqGEfqCGEMIjYJAcyEiVzjbo84Z-PdFD6jX3kkj1Bu8wkXaphZM85WjhoYurl5ncviEULzC2mF6gDlCxC6MtTOEOkbEFY3utISvcmb_8pBmTZRd3gon0J7I2s81FL4h5Bybl/s1600-h/IMG_4988.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJrqGEfqCGEMIjYJAcyEiVzjbo84Z-PdFD6jX3kkj1Bu8wkXaphZM85WjhoYurl5ncviEULzC2mF6gDlCxC6MtTOEOkbEFY3utISvcmb_8pBmTZRd3gon0J7I2s81FL4h5Bybl/s320/IMG_4988.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5187247519215267906" /></a>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-60214792599996916112008-04-02T16:06:00.002+03:002009-09-15T11:39:00.633+03:00Pırasa Köftesi ve Polenta Kızartması<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiraXW5eaTIqNOwBV2EwFFFTHtIrSVuP4PkfT9DjPU_oGQMcYO6WfEX1hvnIrdvDwTP4s6J6VH1sdVgdraB7i0LK2xU0WjnPvEET1OZH5_JBWPlJmYtAjAKcYkGB1E8KvZdwH5H/s1600-h/IMG_4711.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiraXW5eaTIqNOwBV2EwFFFTHtIrSVuP4PkfT9DjPU_oGQMcYO6WfEX1hvnIrdvDwTP4s6J6VH1sdVgdraB7i0LK2xU0WjnPvEET1OZH5_JBWPlJmYtAjAKcYkGB1E8KvZdwH5H/s320/IMG_4711.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5184634662975844370" /></a><br />Kızartma çok sık yaptığımız birşey değil. Ama arada sırada, değişik bir lezzet yakalamak uğruna bir istisna yapmanın pek sakıncası yok, değil mi? :)<br />Bu pırasalar da işte böyle bir istisnai duruma denk düştüler. Uzun zaman önce, Sefarad Mutfağı'ndan Pırasa köftesini (Kopetas de Prasa) denemiştim. Tarife göre pırasalar önce haşlanıp sonra kıyma ve haşlanmış patatesle yoğurularak köfteler yapılıp kızartılıyordu. Ben pırasaları haşlamak yerine, azıcık yağda kavurup yapmıştım hatta. Lezzetine diyeceğim yok, güzel olmuşlardı.<br /><br />Bu konuyla alakasız gibi görünse de, Mayacık artık anaokuluna gidiyor. Onun okuldaki öğlen yemeği listesi doğal olarak bizim yediklerimizi de etkiliyor. Okulda etli bir yemeği varsa, o gün evimizde etli pişirmiyorum. İşte sıranın pırasaları pişirmeye geldiği gün de, böyle bir etsiz günümüzdü. Pırasa köftelerinin kıyma koyulmadan da yapılabileceğini okumuştum birkaç kitapta. Uyguladığım tarif şöyle:<br /><br />1 kilo pırasa, ince doğranmış, kavrulmuş<br />3 adet orta boy patates, haşlanmış<br />2 yumurta<br />Esmer un (Elle yuvarlanabilecek bir kıvama gelene kadar azar azar ekleyin)<br />İstenilen türde ve miktarda yeşillik (maydanoz, kişniş, taze soğan gibi)<br />Tuz, kara biber, pul biber<br />1 kase susam<br />Kızartmak için zeytinyağı<br /><br />İnce doğranmış pırasaları çok az zeytinyağı ekleyerek kavurdum. Patatesleri haşlayıp, ezdim. İçine pırasaları, hafifçe çırpılmış 2 yumurtayı, ince doğranmış yeşillikleri, baharatları ve azar azar unu katarak yoğurmaya başladım. Un miktarını ölçülü olarak veremiyorum. Bu köfte harcının kıvamının -içindeki haşlanmış patatesin de etkisiyle- kabak köftesinden biraz daha kolay yuvarlanabilir olacağını aklınızdan çıkarmayın. Ben başlangıçta bunu da kabak köftesi gibi tavaya kaşık kaşık döküp kızartacağımı beklerken, baktım ki elime alıp yuvarlayabileceğim kıvamdalar. O zaman kızartmadan önce onları susama bulamak fikri geldi aklıma. Böylece renkleri de fazla kararmış olmayacak, daha şık görünecekler diye düşündüm. Susamın pırasanın lezzetine katkısı da çok hoş olmuştu.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRk5GRRwR_xeNZFrMTWeaCXuElzGpuPxFNEaInOJjYOWKVvv7ERIAP41GSB2NmuR4930xVhQpCIrdyWV558Oan2AaGFnply4nYDgK76L29kuLgQBejfJ5gGO4GM_5ik_U0MrLh/s1600-h/pirasakoftesi2.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRk5GRRwR_xeNZFrMTWeaCXuElzGpuPxFNEaInOJjYOWKVvv7ERIAP41GSB2NmuR4930xVhQpCIrdyWV558Oan2AaGFnply4nYDgK76L29kuLgQBejfJ5gGO4GM_5ik_U0MrLh/s320/pirasakoftesi2.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5180575390600146946" /></a><br />Pırasa köftelerinin yanına da ne zamandır yapmayı planladığım bir tarifi denedim.<br />Polenta adıyla paketlerde satılan şey, aslında mısırın, mısır unundan kalın, irmikten de daha ince öğütülmüş hali. Genellikle mısır unu gibi sapsarı oluyor. Benim denediğimse beyaz mısırdan elde edilmiş beyaz polentaydı. Zaten rengiyle dikkatimi çekmişti raflarda :) Polentanın 250 gramı genellikle 4 ya da 5 bardak suyla birlikte kaynatılarak koyu bir kıvam alıyor. İstenirse püre gibi garnitür olarak ya da <a target="_blank" href="http://gastronot.blogspot.com/2006/05/mantarl-kazayakl-polenta.html">Bahar'ın daha önce yaptığı gibi fırınlanarak</a> ya da benim denemek istediğim gibi tekrar kızartılarak da yenilebiliyor.<br /><br />250 gr. polenta (unu/irmiği)<br />1 litre su<br />Biraz tuz<br /><br />1 litre sudan 1 bardak ayırıp, kalanını kaynatırıyoruz. Bir kasede 250 gr. polentayla ayırdığımız 1 bardak suyu iyice karıştırıyoruz. Ocaktaki su kaynayınca, tuzunu, sonra da polentayı sürekli çırparak, yavaş yavaş kaynar suyun içine döküyoruz. Yaklaşık yarım saat içinde polentamız koyu bir bulamaç kıvamını alıyor. Bu süre içinde dip tutmaması için karıştırmak gerekiyor. Polenta kıvama geldiğinde ateşten alıp hafifçe yağlanmış bir tepsiye yaklaşık 1-1,5 cm kalınlığında döküyoruz. Üstünü örtüp soğumaya bırakıyoruz. <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdmof1mHFKN4SU-TmqSXrdA8BOCANgX60_5DqbzkGCbuia0qfxR80e3pnN09grLAJhJGcOMbTcTOwhgQw45UmXZQqSpRpmOiDHJdnpTB_0F982j3CHJzYwpWYbG_Lfycysl2oa/s1600-h/IMG_4704.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdmof1mHFKN4SU-TmqSXrdA8BOCANgX60_5DqbzkGCbuia0qfxR80e3pnN09grLAJhJGcOMbTcTOwhgQw45UmXZQqSpRpmOiDHJdnpTB_0F982j3CHJzYwpWYbG_Lfycysl2oa/s320/IMG_4704.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5184666033416974370" /></a><br />Soğuduğunda, polentadan bir bardak yardımıyla yuvarlak kalıplar çıkarıyoruz. Şimdi bize gerekli olanlar:<br /><br />Rendelenmiş peynir<br />Galeta unu veya un<br />Kızartmak için zeytinyağ<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVcp_pge4CERoDhxmvlIk5pKSzpEKwa6AjvDxQrfo_azp3tJskT0N7ItGIC9kACHP0geI_CJ2c3-_lr7NMSmHf6etBvD63pVTzyFnwi8w7DwTyR1b3vg5HovzpqhHdmBSvzDHX/s1600-h/IMG_4707.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVcp_pge4CERoDhxmvlIk5pKSzpEKwa6AjvDxQrfo_azp3tJskT0N7ItGIC9kACHP0geI_CJ2c3-_lr7NMSmHf6etBvD63pVTzyFnwi8w7DwTyR1b3vg5HovzpqhHdmBSvzDHX/s320/IMG_4707.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5184666037711941682" /></a><br />Bu aşamada en çok dikkat etmemiz gereken, polenta yuvarlaklarının tepsiye yapışık taraflarını birbirine yapıştırmak. Çünkü bu tarafları daha pürüzsüz ve yapışkan oluyor. 2 yuvarlağı, aralarına biraz peynir rendesi koyarak- pürüzsüz yüzleri içe gelecek şekilde birbirine yapıştırıyoruz. Elimizle kenarlarını iyice bastırmamız yeterli olmuyorsa, benim gibi avucunuza alıp iki avucunuzun arasında iyice sıkın.<br />Hazırladığımız polentaları elimizle hafifçe ıslatıp galeta ununa bulayarak kızartıyoruz. Polentanın tek başına iddialı bir tadı yok. Yanında servis edilen şeylere sessizce eşlik ediyor bence. Pırasa köfteleri ve bol ekşili bir salatayla lezzetle yeniliyor.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-22333569426329454132008-03-18T16:08:00.003+02:002008-03-18T18:44:08.717+02:00Bay ve Bayan Avokado<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMadspkk-mY8-WJmzYx0TsjORT2CL56WjbnCI_hsNQAKglQxvpbigEMUy3Q98QnobYDuooPcA0kzQMafjgv82J4Z4EIxNEwfH9FFRE-vzVN4ONvBaekw55MBbTJUA8_F4VShNC/s1600-h/avokadolar1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMadspkk-mY8-WJmzYx0TsjORT2CL56WjbnCI_hsNQAKglQxvpbigEMUy3Q98QnobYDuooPcA0kzQMafjgv82J4Z4EIxNEwfH9FFRE-vzVN4ONvBaekw55MBbTJUA8_F4VShNC/s320/avokadolar1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5179087693926854050" /></a><br />Mevsimin bahara dönmesiyle pazardaki renkler de değişiyor. Rengarenk biberler, güneşten nasibini almaya başlayan kıpkırmızı domatesler, olgunlaşan avokadolar, bahar kokulu çilekler tezgahları doldurup gönlümüzü çeliyorlar. <br /><br />Dünyanın neresinde olursam olayım, pazarları çok seviyorum. Dilini bilmediğim bir ülkede bile olsam, o ülke insanının ne yediği, neleri sevdiği, kısacası günlük yaşam konusunda pek çok bilgi saklıdır pazarlarda. Dilini bilip de üreticiyle iletişiminiz de varsa, o zaman bilmediğiniz şeylerin ne olduğunu, ne zaman ve nasıl yendiğini öğrenirsiniz.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOrIjwgcVm5rSk2gXK18lnIlF52sUp7Aiv9OROLpq4Z1YBJhKxTFMLzQE4hD-eJK2B2EfhycdVsBQl1wBgzpdrx2XmmMBz7db0BP5pgdvRoszABL7BBFru5_UHuqot5V5cvg11/s1600-h/avocado-mandalina.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOrIjwgcVm5rSk2gXK18lnIlF52sUp7Aiv9OROLpq4Z1YBJhKxTFMLzQE4hD-eJK2B2EfhycdVsBQl1wBgzpdrx2XmmMBz7db0BP5pgdvRoszABL7BBFru5_UHuqot5V5cvg11/s320/avocado-mandalina.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5179087204300582290" /></a><br />Her hafta sıkma portakal aldığımız portakalcı, büyük ihtimalle Hanya tarafından getirdiği avokadoları da yığmıştı mandalinaların yanına. Renkleri pırıl pırıl, kabukları gergindi ama olgunlaşmaları için en azından 1 hafta beklemeleri gerekliydi. Daha önce bir avokado satıcısından onları olgunlaştırmak için en iyi yöntemin avokadoları naylon poşet içinde (buzdolabının dışında), poşetin de ağzı sımsıkı kapalı olarak bırakmak olduğunu öğrenmiştik. Ama bu hafta öğrendiğimiz şeyi daha önce ne duymuştuk ne de okumuştuk. Ben bu konuda internette de destekleyici bir bilgi bulamadım ama yine de paylaşmak istedim. Avokadoları seçerken aralarında daha koyu renkli ve pürüzlü kabuklu olanları fark ettik. Yorgo dayanamayıp sordu; "bunlar ayrı cins mi?" diye. Adam, "koyu renkliler erkek avokado, yeşil pürüzsüz olanlar da dişi" deyince de şaşırıp kaldık.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVNZbhMY1ZzaDm-6crUaF-UXorOeXF1Q7kOURIQ9NkYgn1Bi2kueo5LgvJk7dFi8j5vZWxUAn5RSBTushDzdfcUZvCfDDiazz-CRWrdAeQEOLbstZdauS4gYRj6R-SG3tJgHKd/s1600-h/bayvebayanavocado.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVNZbhMY1ZzaDm-6crUaF-UXorOeXF1Q7kOURIQ9NkYgn1Bi2kueo5LgvJk7dFi8j5vZWxUAn5RSBTushDzdfcUZvCfDDiazz-CRWrdAeQEOLbstZdauS4gYRj6R-SG3tJgHKd/s320/bayvebayanavocado.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5179086787688754562" /></a><br />İşte, bay ve bayan avokadoyla tanışmamız böyle oldu! Biz, portakalcının yalancısıyız :) (<span style="font-style:italic;">İnternetten öğrendiklerimi de sayfanın sonuna ekliyorum * </span>)<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwjKUkm40QmD7LRy7VbYz1ECeda81haOM6NYz1ejNxEtU0BV7ABeASA5qFVcCGlqhpe0818DutN__wlAGcjJGNLny6zvO1ONp_5eZA252RrVEYnHyFYr-YckZ5NZ3y92LjKIEY/s1600-h/biber1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwjKUkm40QmD7LRy7VbYz1ECeda81haOM6NYz1ejNxEtU0BV7ABeASA5qFVcCGlqhpe0818DutN__wlAGcjJGNLny6zvO1ONp_5eZA252RrVEYnHyFYr-YckZ5NZ3y92LjKIEY/s320/biber1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5179086379666861426" /></a><br />Renk renk biberler de artık seralardan değilde tarlalardan geliyor. Kış boyunca biber almadığımız için, bir tepsi dolusu, <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/06/imdi-de-dolmalar-frnda.html">fırında pişmiş rengarenk biber dolmalarını</a> özledik doğrusu!<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhulQXSU0rzvHVYF18O0pv21-xH-k7niyKxkgWMceo3Vt_csv-C6JZkD6Zwo0_eQ9O-y6YO-ohUrnXJFgPoYBHfqWtHM4WgLepE6wYgskO8GL6wo8aa1dpyzvFO2aGG6eueGY1C/s1600-h/dagsumbulu1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhulQXSU0rzvHVYF18O0pv21-xH-k7niyKxkgWMceo3Vt_csv-C6JZkD6Zwo0_eQ9O-y6YO-ohUrnXJFgPoYBHfqWtHM4WgLepE6wYgskO8GL6wo8aa1dpyzvFO2aGG6eueGY1C/s320/dagsumbulu1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5179085018162228578" /></a><br />Bunlar da daha önce <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/05/da-smbl.html">tarifini</a> verdiğim Dağ Sümbülleri. Demek yine yapmanın vakti geldi. Onları ayıklayacak sabır ve vakit olsun yeter ki :)<br /><br />* <span style="font-style:italic;">Avokado meyveleri değişik şekil, renk ve büyüklüktedir. Meyve iriliği 200–600 gram arasında değişir. Meyveler yuvarlak, oval veya armut şeklinde olabilir. Kabuk rengi hafif sarımtırak yeşilden koyu yeşile, kahverengi kestane renginden, erguvani siyaha kadar değişir. Kabuk yüzeyi düz veya pürüzlü olabilir.</span> <span style="font-style:italic;">Avocado çeşitleri çiçek tipi bakımından A ve B tipi olarak 2 grupta sınıflandırılır.<br />A tipi çeşitlerde çiçek ilk günün sabahı dişi, ertesi gün öğleden sonra erkek safhadadır.<br />B tipi çeşitlerinde ise çiçek birinci gün öğleden sonra dişi, ertesi sabah erkek safhadadır.<br />Avokado çiçeğinin bu iki eşeyli açılma düzeninden dolayı iyi bir meyve tutumu ve yüksek verim alabilmek için A ve B tipi çeşitler birlikte dikilmelidir.<br /></span><br /><br />** Önceki yazılarımda <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/06/giritte-bir-pazar-yeri-sebzeler.html">Girit'ten </a><a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/06/giritte-bir-pazar-yeri-meyveler-ve.html">pazar</a> <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2006/06/pazarda-baka-neler-vard-neler.html">görüntüleri</a>.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-53436413097977609672008-03-15T10:58:00.002+02:002008-03-15T11:41:02.018+02:00Adaya bahar geldi<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9Ceca-won8jfH7klfOfmaP8jnkdPPoVTPNKJTkc8RkTpp6n9yorRnkaxrL7XS3ezqm0TfFQ2DW4RDYkaU2T1u5KQNfvcLbqhV9-oEEaNpe58Loy253pIOyfw5-wCsCoSOWh6T/s1600-h/IMG_4576.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi9Ceca-won8jfH7klfOfmaP8jnkdPPoVTPNKJTkc8RkTpp6n9yorRnkaxrL7XS3ezqm0TfFQ2DW4RDYkaU2T1u5KQNfvcLbqhV9-oEEaNpe58Loy253pIOyfw5-wCsCoSOWh6T/s320/IMG_4576.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5177892331513933074" /></a><br />Her yeni yazıda kendime söz veriyorum arayı bu kadar çok açmayayım diye... ama olmuyor işte. Bakıyorum da ayda bir yazı yazar oldum. Ben tekrar yazıncaya kadar ne soğuklar geldi geçti. Güneyimiz Libya denizine bakıyor diye sanmayın ki bizde kar yoktu. Deniz kıyısındaki şehirlere yağmadı elbet. Ama dağ köyleri kar altında kaldı. Biz sıcak çayımız elimizde, sobamız dizimizin dibinde yüksek tepelerdeki karların bembeyaz görüntüsüne uzaktan bakmakla yetinirken; insancıklar telef olan hayvanları ve hasatlarıyla uğraşıyorlardı.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiG7k_Ok80XIV1o_j6PVl3yxXsPnEHctKWDChFp-B5m62L73LO1IHkHcQBmk5zmQ7xOKkT0qi8TgpU_p5dnTfMG6tuvqLzP9eufHbY3koLbFpFmYpNKVffpfgVFEGMexhWBhpNp/s1600-h/IMG_4480.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiG7k_Ok80XIV1o_j6PVl3yxXsPnEHctKWDChFp-B5m62L73LO1IHkHcQBmk5zmQ7xOKkT0qi8TgpU_p5dnTfMG6tuvqLzP9eufHbY3koLbFpFmYpNKVffpfgVFEGMexhWBhpNp/s320/IMG_4480.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5177899791872126274" /></a><br />Derken çok sevdiğim bahar geldi! Karlar ancak tepelerde kaldı. Bir hafta önce en kalın kazaklarımızla sobaya yapışık otururken, deniz kıyısında piknik yapacak hatta güneşte otururken ceketimizi çıkartacak kadar birden ısınmıştı hava :) Miissss gibi bahar kokusu ve baharın canlı renkleri sardı her tarafı. İşte, insanın içini kaynatan o koku!<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQBv3Xy-4KbDAXJN_Z4_NQuUymykIo2R1vF155d8Af8tEFr9XU5YxBUTJm5CnCV_Q6x8Biwp-TXLfaObBy8cPRdijBZTVR8f5PffKe2hY-VxByTp5LDWXWGOgTqsQnTpx2lBue/s1600-h/IMG_4577.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQBv3Xy-4KbDAXJN_Z4_NQuUymykIo2R1vF155d8Af8tEFr9XU5YxBUTJm5CnCV_Q6x8Biwp-TXLfaObBy8cPRdijBZTVR8f5PffKe2hY-VxByTp5LDWXWGOgTqsQnTpx2lBue/s320/IMG_4577.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5177892340103867682" /></a>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-32629908212350696092008-02-12T11:22:00.000+02:002008-02-12T14:12:50.217+02:00HORTOPİTAKYA<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjfE6XlpW62HPe5kNP-Zp9egkJyM9Mhqpk63qwi8f1e8cYRvcKPl0gQSrrXgLE52nigZ-_wyEyJ7182h3lH0WxquLRq3-JRGZZUym7fsuIZS8gW7iaGJ3rQsb149A3lw_58-YR/s1600-h/horta0026.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjfE6XlpW62HPe5kNP-Zp9egkJyM9Mhqpk63qwi8f1e8cYRvcKPl0gQSrrXgLE52nigZ-_wyEyJ7182h3lH0WxquLRq3-JRGZZUym7fsuIZS8gW7iaGJ3rQsb149A3lw_58-YR/s320/horta0026.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166057878501901938" /></a> Hayat ne tuhaf... insana neler getireceği asla ön görülemiyor. Bir Yunanistan göçmeni olan babaannem çok güzel börek yapardı. Annem de ondan öğrenmişti. Babaannemin her börek yapışında gururla "pita yaptım" deyişine çocukken gülerdik ama bu kelimeyi başka hiç kimseden duymasak da ne demek istediğini hiç yadırgamadan anlardık. Benim Girit'te yaşadığımı görmek babaanneme nasip olmadı ama bugün bu pitaların tarifini yazarken çocukluk anılarımdan onun sözleri yankılandı kulaklarımda.<br />Yunanistan'da "Pita" denilince kastedilen; ister elde açılmış isterse hazır yufkadan olsun bildiğimiz "börek"tir aslında. Bir de "küçük pitalar" anlamına gelen "pitakya" vardır ki bunlar genellikle minik poğaçalar boyunda, bazen fırında pişirilen bazen de kızgın zeytinyağında kızartılan minik börekçiklerdir. Tutulan hamur merdaneyle çok inceltilmeden açılır, iç malzemesi koyulup genellikle yarım ay şeklinde kapatılır ve geleneksel olarak kenarları çatalla sabitlenir. Tiropitakya (peynirlisi), hortopitakya (otlusu), mizitropitakya (tatlı lorlusu) en yaygın olanlarıdır. Davetlerde, açık büfelerde, çay saatlerinde en yaygın ikramdır. Girit'te, otların oldukça bol olduğu bu memlekette herhalde en çok sevileni otlusudur. Hortopitakya'ların içine koyulan ot karışımı hiçbir standarda bağlı olmayıp tamamen yapanın damak zevkine ya da o anda evde bulunan ot çeşitliliğine bağlıdır. Pazarda genellikle "pita için" ot karışımları kiloyla ya da karışık demetler halinde satılır. Bu karışık otlara tercihe göre ıspanak, ısırganotu, soğan, taze soğan, yabani pırasa eklenebilir. Ama genellikle kattığı nefis koku ve lezzetten dolayı pitakyaların en vazgeçilmeyeni "Arapsaçı"dır. <br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgoDrSfJpPw4lumM2yxo4L2egZcQ_0KYwVFTZQqxV5dMucWNSvv4sxSozlt8TAhgIR8dt0zD_xVfyPWNQ9TVyzFWVk7XEskp66NVwVigMSQC0ekpi8262jKg_SYRTPufOd1dAO9/s1600-h/horta0009.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgoDrSfJpPw4lumM2yxo4L2egZcQ_0KYwVFTZQqxV5dMucWNSvv4sxSozlt8TAhgIR8dt0zD_xVfyPWNQ9TVyzFWVk7XEskp66NVwVigMSQC0ekpi8262jKg_SYRTPufOd1dAO9/s320/horta0009.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166033182439949890" /></a><br />Bazen satıcıların bile hepsini tanımadığı karışık ot demetlerinden almaya uzun süre cesaret edemiyordum. Öyle ya, içinde yenmemesi gereken otları nasıl da tanıyıp ayıklayacaktım? Belki de tanımadığım için ayıkladığım bir otun ne kadar lezzetli olduğunu tatma şansını da yitirecektim. Geçenlerde Yorgo'nun pazardan getirdiği otların haşlamalık değil de kavurmalık olduğu ve pita yapmaya uygunluğu dışında pek de birşey söylememişti pazarcı. Hepsinin içinde bana tanıdık gelen yalnızca arapsaçıyla yabani pırasaydı. Karışık ot demetinin içindeki otların Türkçe isimlerini bulmamda otlar konusundaki bilgisine her zaman güvendiğim sevgili Giritli arkadaşım Aybala (Yentürk) yardımcı olmasaydı çok zorlanacaktık. Çünkü bazılarının Yunancasını bile bilmiyorduk :)<br />Bu "İğnelik"<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjf728TdKJH1Hk6GeHt13gaOUIOJKtV3AZH5XfGfz_DY5stAY2b60ggHz8GptQIwN3jR7BcBGhB5ea6fixYKZlSRQoxDZQSg1agHsn7h7wv4g9NlKBsiKmvGSwU50jLBouLppw/s1600-h/ignelik.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjf728TdKJH1Hk6GeHt13gaOUIOJKtV3AZH5XfGfz_DY5stAY2b60ggHz8GptQIwN3jR7BcBGhB5ea6fixYKZlSRQoxDZQSg1agHsn7h7wv4g9NlKBsiKmvGSwU50jLBouLppw/s200/ignelik.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166032542489822738" /></a> Bu "Kazayağı"<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4tA_NLsaW61KyUaFK5Fxo8qLYkmkePmx8mnmGnE-l_z8i8RjmaWf8BfQcz5bx_RaBxUqPhGxG-PaUhNKUxVbw3qvWn99El4E-qZgWTHEtG4lq3Wsi2wAiDw93aFcUIfyG2L1a/s1600-h/kazayagi.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4tA_NLsaW61KyUaFK5Fxo8qLYkmkePmx8mnmGnE-l_z8i8RjmaWf8BfQcz5bx_RaBxUqPhGxG-PaUhNKUxVbw3qvWn99El4E-qZgWTHEtG4lq3Wsi2wAiDw93aFcUIfyG2L1a/s200/kazayagi.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166032546784790050" /></a><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjE7ltvQ4ybsnNxqCAg7I5rfxLmPjM0w3Gfm8yc4tR7GbytnUhkUHakDAy5K3kAeMctMtD3HBJ0ohmSBRdkKQ8IeD9Muik7G6dspNTbC-jr0EuO5HBcPF5oUdVQqJp52MIb4WK5/s1600-h/kusotu.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjE7ltvQ4ybsnNxqCAg7I5rfxLmPjM0w3Gfm8yc4tR7GbytnUhkUHakDAy5K3kAeMctMtD3HBJ0ohmSBRdkKQ8IeD9Muik7G6dspNTbC-jr0EuO5HBcPF5oUdVQqJp52MIb4WK5/s200/kusotu.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166059970150975106" /></a><br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiT9UOjiYAGs_ZS1Wec8AzdW8b22RHcyxgBf1ki4dI_RKQipG1lgNNais8mHKlcDkqm9OvW0_nqDcgVhDfACrN3pbzykB35txrF-2DKYamQmIWxcDwL9QbIMPiEAAjxovIYmB5R/s1600-h/horta3.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiT9UOjiYAGs_ZS1Wec8AzdW8b22RHcyxgBf1ki4dI_RKQipG1lgNNais8mHKlcDkqm9OvW0_nqDcgVhDfACrN3pbzykB35txrF-2DKYamQmIWxcDwL9QbIMPiEAAjxovIYmB5R/s320/horta3.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166062693160240786" /></a> Diğeri de "Kuşotu" idi. Bir tek uzun uzun yapraklı bu garip otu adlandıramadık. Anlaşılan Türkiye'de pek kullanılan bir ot değildi. Aranızda tanıyan var mı acaba?<br /><br />Tarifimize gelince; <br /><span style="font-weight:bold;">Hamur için</span><br />1/2 kilo un (yarı ölçü beyaz yarı ölçü esmer un kullandım)<br />1 bardak ılık su<br />1 fincan zeytinyağı<br />Tuz<br /><br /><span style="font-weight:bold;">Otlu iç için</span><br />Karışık otlar (1 kilo kadar)<br />2-3 kuru soğan<br />1 fincan kadar zeytinyağı<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_z2D0ugBg33dPQ7DZDlFAm72Nkv1NZKTzRwC19eSwjw5tYdvCZqmQj9BJsCtMoJuRIF80_xByzXzsyqoJDmIskZwE6HyzyKk4j7QMYDnHm4zqZoal93Xt4KOcWDo-lB4aaNAg/s1600-h/horta0012.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_z2D0ugBg33dPQ7DZDlFAm72Nkv1NZKTzRwC19eSwjw5tYdvCZqmQj9BJsCtMoJuRIF80_xByzXzsyqoJDmIskZwE6HyzyKk4j7QMYDnHm4zqZoal93Xt4KOcWDo-lB4aaNAg/s320/horta0012.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166031988439041522" /></a> Otları ayıklayıp güzelce yıkadım ve sularını süzdürdüm. İrice doğrayıp iyice harmanladım.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5fdBm6Ak8Z1-MCV4hZffc6aruU7107DnZdLvB3OlBYmt8mW6dltEiI9HnjGDooKYsFnQL3a8fxCFBcodKH-k95xqJaKruZDBjmCNfYXBO9p4OazI7k8pc6xBtE-Tafc4jUuXQ/s1600-h/horta0013.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5fdBm6Ak8Z1-MCV4hZffc6aruU7107DnZdLvB3OlBYmt8mW6dltEiI9HnjGDooKYsFnQL3a8fxCFBcodKH-k95xqJaKruZDBjmCNfYXBO9p4OazI7k8pc6xBtE-Tafc4jUuXQ/s320/horta0013.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166031992734008834" /></a> Önce doğranmış soğanı kavurdum, sonra da otları ekleyip kavurmaya devam ettim. Bu arada ılık su, zeytinyağı ve unla hamuru tuttum. Çok az bir süre dinlendirdikten sonra merdaneyle açtım. Tuttuğum hamurun kıvamı çok yapışkan olmadığından kolay açılıyordu ve her seferinde un eklemem gerekmedi. Hamurdan parçalar koparıp çok çok ince olmayacak şekilde merdaneyle açtım. Bir bardak yardımıyla yuvarlaklar kesip bir yarısına kavrulmuş ot karışımından koydum. Yarım ay şeklinde kapattım. Yuvarlak hamur parçalarını, bir hevesle aldığım, bu işi kolaylaştırmak (!?) için yapılmış kalıplarla kapatmaya çalıştım. Ama nafile! Kenarları mükemmel kapatmıyor, kalıbın içine yapışıyor. Açtığın yerde ikiye katlayıp kenarları çatalla kapatmak çok daha kolay geldi. <br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1BQ9LE-wcod2eJrauC7UNvEoCsJOOPl73rVXdT1sYOI8f9-JZ4UzFdh7PeYIiLnsDgbrEqltZ7Pj7Cat5cl1GTXftSgCmiiz_OvU1kaDhI02qmJ_BdbGYmrAHD0I3oeDr9Cmq/s1600-h/horta0014.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1BQ9LE-wcod2eJrauC7UNvEoCsJOOPl73rVXdT1sYOI8f9-JZ4UzFdh7PeYIiLnsDgbrEqltZ7Pj7Cat5cl1GTXftSgCmiiz_OvU1kaDhI02qmJ_BdbGYmrAHD0I3oeDr9Cmq/s320/horta0014.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166031125150614962" /></a> Hortopitakya pişmeye hazır! Yağlanmış tepsiye dizip üstlerine yumurta sürdüm ve tabi ki susam serptim.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIOuxUGZyQX-8EataZytrT4-ELjCNFyEj0ykRXUHBuMs2vyjr1Izqz7vvxfRnheVP6Ma2rNi_gdM2qn2htcCAVC8elizqGsKvXoS_hmMUF9I6sggWcxVhbXFR4PzDwydmf3ES9/s1600-h/horta0017.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgIOuxUGZyQX-8EataZytrT4-ELjCNFyEj0ykRXUHBuMs2vyjr1Izqz7vvxfRnheVP6Ma2rNi_gdM2qn2htcCAVC8elizqGsKvXoS_hmMUF9I6sggWcxVhbXFR4PzDwydmf3ES9/s320/horta0017.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166031129445582274" /></a> Önceden 200 derecede ısıtılmış fırında üstleri kızarıncaya kadar pişirdim.<br />Giritli otlarla ve Giritli tarifle pişirilmiş pitakya'yı yanında Girit'in koyun yoğurdundan Türk usulü bir ayranla servis yapınca, Yorgo'nun deyişiyle "füzyon mutfağı" oldu bizimkisi :)<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6WbQ3c2J1i9f6b5AzwMHx11rdn568dQob-QEwLtPSWah1RRDfpILOLYyqGyhupCgn9V-mY3sA_S1oCGspFxd66m58BYj9u3F-2_4vIofOYv61LskaZktTHxbpj6a0vCbujY1L/s1600-h/horta0020.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6WbQ3c2J1i9f6b5AzwMHx11rdn568dQob-QEwLtPSWah1RRDfpILOLYyqGyhupCgn9V-mY3sA_S1oCGspFxd66m58BYj9u3F-2_4vIofOYv61LskaZktTHxbpj6a0vCbujY1L/s320/horta0020.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5166031133740549586" /></a>Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com27tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-68605687187675766112008-01-25T16:52:00.000+02:002008-01-25T21:55:49.855+02:00Ispanaklı (ve Tofulu) Lasagna<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9vO4v76puN_ezrb6AIfqg6p8jYYdjxtNDCVoqRQnX8O3iG3GW3s-FFLkdbxbbcmz4gLhPNcla1R5qv5VzIOPnoWN1PSpZxt83qZXcw8V6qc5o3sHVHuiP-hf2bV89uAlPRGyf/s1600-h/IMG_4182.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9vO4v76puN_ezrb6AIfqg6p8jYYdjxtNDCVoqRQnX8O3iG3GW3s-FFLkdbxbbcmz4gLhPNcla1R5qv5VzIOPnoWN1PSpZxt83qZXcw8V6qc5o3sHVHuiP-hf2bV89uAlPRGyf/s320/IMG_4182.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5158305694974402402" /></a><br />Evde et yemeyenler olunca, çok sevdiğim halde lasagna'yı yıllardır yapmıyordum. Geçen gün Maya'mla birlikte 1000. kez Garfield'ı seyrederken o çok bayıldığı lasagnaları iştahla yiyişi bizi öyle imrendirdi ki... Lasagna yapayım mı? dedim kızıma. Baktım o da heveslendi. Bildik usulde yaptım. En başından sonuna kadar da ilgiyle izledi her aşamasını. Afiyetle yedik. Paketin kalanını da, artık kim bilir ne zaman yaparım diye düşünerek kaldırmıştım erzak dolabına.<br /><br />Geçen gün tazecikler ıspanaklar getirmişti Yorgo, pazardan. Benim niyetim, burada yaptıkları gibi bol pirinçli Spanakorizo yapmaktı. (Bu arada, ıspanağın yoğurtla ya da başka süt ürünleriyle birlikte tüketilmesinin demir emilimini azalttığını öğreneli beri ıspanağı yoğurt yerine bol limon sıkarak ekşili yemeyi, börek yapacaksam da peynirle birlikte değil de yalnızca ıspanaklı yapmayı tercih eder olmuştum.) Aklımdan şöyle bol pirinçli, bol ekşili bir ıspanak geçiyorken, Yorgo'dan geldi fikir; "ıspanaklı lasagna yapsana!" diye :) Ispanak hamur işlerine çok yakışıyor zaten. Neden olmasın diyerek girdik mutfağa...<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgidrOPwBFHMkciptVnEFIueq2cD4FEplXVJA8dzK0XCXr6EXMHBB9KObLKH9JWQAGNChyphenhyphen3wtroOvHZzXgFfkLYZaV4xsTeiAY2OZsvNk_GOoUj66rwPVuyYj3FXfbbiIhSM9Qf/s1600-h/IMG_4165.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgidrOPwBFHMkciptVnEFIueq2cD4FEplXVJA8dzK0XCXr6EXMHBB9KObLKH9JWQAGNChyphenhyphen3wtroOvHZzXgFfkLYZaV4xsTeiAY2OZsvNk_GOoUj66rwPVuyYj3FXfbbiIhSM9Qf/s320/IMG_4165.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5158295773599948562" /></a><br />1 kilodan biraz fazla olan ıspanakların en çıtır filizlerini çiğ salatasını yapmak üzere ayırdım. Geri kalanlarını da güzelce yıkadıktan sonra, suyunu süzdürdüm. 2 tane soğanı ince ince doğrayıp zeytinyağında kavurduktan sonra doğranmış ıspanakları da ekleyip iyice kavurdum. Madem ki süt ürünleriyle birlikte yemeyeceğiz o zaman içine peynir yerine, soyanın peyniri diyebileceğimiz tofuyu koyma fikri de eklenince bizim lasagna demir açısından çok kuvvetli oldu :)<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEhpdVJ3L-d2qVzXPzU1_-ncKTPW3U7wwXqUXrbFS2Sm4O019f7VYqm6U4mf3hr2CY-_bA8vO_Nu17S1nqI5Zu8ajGTFNo07cyUFPRzyEskr0WHZ9DvXOSlrn4PrWkaX6ItaDw/s1600-h/IMG_4169.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEhpdVJ3L-d2qVzXPzU1_-ncKTPW3U7wwXqUXrbFS2Sm4O019f7VYqm6U4mf3hr2CY-_bA8vO_Nu17S1nqI5Zu8ajGTFNo07cyUFPRzyEskr0WHZ9DvXOSlrn4PrWkaX6ItaDw/s320/IMG_4169.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5159432051375294786" /></a><br />Lasagna makarnaları, şu önceden pişirmek gerekmeyenlerdendi. Ama sıra, beyaz sosunu yapmaya gelince, şimdi ne yapacağız? diye düşündüm. Şimdiye kadar yoğurtsuz, peynirsiz iyiydik de, "beşameli" de suyla yapsam herhalde Fransız aşçıları beni öldürürdü :)<br />O zaman da, imdadımıza Soya Sütü yetişti. Bildiğiniz beşameli inek sütü yerine soya sütü kullanarak yaptığınızı düşünün. Hiç yumurta kullanmadığımı da varsayarsak, bu durumda bizim lasagna vejetaryen olmakla da kalmayıp vegan oldu!<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjR6dbbNcRr42Hkld7ZUtqehw7VncNODOR0brBzayEQcJiKJt6FHM20c1YuJxOzXZgdFj3mwcNbPRJlc0JJBdPBlo2EIeuDvXRqjwRlwwJrfZx3Xzi_NxkM7GXtHrAtIlzbQOQ/s1600-h/IMG_4171.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjR6dbbNcRr42Hkld7ZUtqehw7VncNODOR0brBzayEQcJiKJt6FHM20c1YuJxOzXZgdFj3mwcNbPRJlc0JJBdPBlo2EIeuDvXRqjwRlwwJrfZx3Xzi_NxkM7GXtHrAtIlzbQOQ/s320/IMG_4171.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5158302615482851122" /></a><br />Benim lasagna yapışımdaki sıra hiç değişmiyor. Beyaz sosunu, renkli sosunu ve makarnaları fırın kabının yanına alıyorum. Yağlanmış kabın en altına biraz beyaz sostan yayıp üstüne ilk makarnaları diziyorum. Sonra renkli sostan (kıymalı, sebzeli, mantarlı, ıspanaklı vs.) bir miktar yayıyorum. Tofuyu çok yumuşak olduğu için ıspanaklı karışıma karıştırmadım. Peynir gibi dilimleyerek ıspanağın üstüne döşedim. Beyaz sos+makarna+ renkli sosun üstüne, tekrar beyaz sostan, üstüne yeni bir sıra makarna, tekrar renkli sos, beyaz sos, tekrar makarna.... böyle gidiyor. Olmasını istediğiniz kalınlıkta aynı sırada çoğaltmak mümkün. En üst sıradaki makarnaların üstüne de beyaz sostan koyup, peynir kullanıyorsanız peynir rendesi serpebilirsiniz. Beyaz sosunuz çok çok koyu kıvamda olmazsa, özellikle en üst sıradaki makarnalarınız da kurumuyor. Eğer koyu kıvamlı olduysa, belki de lasagna'nın en üstüne birkaç kaşık süt/soya sütü eklemekle de fırında kuruyup kabuk tutmamasını sağlayabilirsiniz. Bir ufak eklenti de, beyaz sosuna özellikle de ıspanaklı lasagna'da küçük hindistan cevizi (nutmeg) rendesi çok yakışıyor.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiggNgCiVesGsI2WdqNCiEu-lpuYpgiqoajXLhzG-zWSBxDMEIFFgwAyYgWnzm1cGinN_b86nhCgP6JuLRxPi9T89g2R1q1pc8l4kUVed-tBCHVXGyuP6MicBaln2wKIH3KRd_s/s1600-h/IMG_4175.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiggNgCiVesGsI2WdqNCiEu-lpuYpgiqoajXLhzG-zWSBxDMEIFFgwAyYgWnzm1cGinN_b86nhCgP6JuLRxPi9T89g2R1q1pc8l4kUVed-tBCHVXGyuP6MicBaln2wKIH3KRd_s/s320/IMG_4175.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5158302645547622210" /></a><br />Biz beyaz sosun üstüne, kara susam serpiştirdik. Kara susam dediğim, çörekotu değil. Çinli malzemeler satan dükkanlarda bulmak mümkün. Görünüşü çörekotunu andırsa da tadı kesinlikle susam. Ispanağa da çok yakışıyor.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivoXxn2pK48Tkx4iGfhDl1oC_A5nYd8818xCYRtBU9gJs6OCdBb9IoHWamPYoMfoFJiJAL2IGPrJRT9Hc3MbWy45XtYqQylf2tYxcFgSXg14trf5UQmSmHtahyekdQ-nGxvDg0/s1600-h/IMG_4180.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivoXxn2pK48Tkx4iGfhDl1oC_A5nYd8818xCYRtBU9gJs6OCdBb9IoHWamPYoMfoFJiJAL2IGPrJRT9Hc3MbWy45XtYqQylf2tYxcFgSXg14trf5UQmSmHtahyekdQ-nGxvDg0/s320/IMG_4180.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5158302692792262482" /></a><br />Önceden 180-200 derecede ısıtılmış fırında yaklaşık yarım saatte, üstü iyice kızarıncaya kadar pişirmek yeterli oluyor.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEju2rkFhirIWkXmfI5fnDW4pGte4pjDJ-lPYZC_ffHECBjue0G1-33p8YholSpJpZWs0KZduer6nU9HsY76fQfKSSKKwtBZA_PLMY9BIt4r6jL80C-Awo2dAvuoFIiJEb2jAveK/s1600-h/IMG_4183.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEju2rkFhirIWkXmfI5fnDW4pGte4pjDJ-lPYZC_ffHECBjue0G1-33p8YholSpJpZWs0KZduer6nU9HsY76fQfKSSKKwtBZA_PLMY9BIt4r6jL80C-Awo2dAvuoFIiJEb2jAveK/s320/IMG_4183.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5158305716449238898" /></a><br />Bir dahaki sefere, Mantarlı lasagna yapmayı deneyeceğim, kıymalı tarifimdeki kıyma yerine mantar kullanacağım ;)Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-775266731051835602007-12-16T13:34:00.000+02:002007-12-16T14:23:19.655+02:00Brokoli Çorbası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGgGL4mqxCcxtUjXCaEpOhNUKCXngN8ynqiDqywTBMdYR293CU5t0NINbQ64rLkDvF-JnRxi7tFxrGzDJcgUCu-BVIl-YW9lonNpL3MixM4HM-17NR8y3xbbn17MeJv555pWx2/s1600-h/IMG_3588.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGgGL4mqxCcxtUjXCaEpOhNUKCXngN8ynqiDqywTBMdYR293CU5t0NINbQ64rLkDvF-JnRxi7tFxrGzDJcgUCu-BVIl-YW9lonNpL3MixM4HM-17NR8y3xbbn17MeJv555pWx2/s320/IMG_3588.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5144535119290359554" /></a><br /><br />Mineral ve demir açısından zengin olan brokoli, aynı zamanda bol miktarda kalsiyum, demir, potasyum, A, E ve C vitaminleri de içeriyor. Kanserden, kemik erimesine kadar bir çok hastalığa iyi geldiği ileri sürülen brokoli, antibiyotik özelliğe de sahip.<br /><br />Her fırsatta haşlayıp zeytinyağlı limonlu salatasını yediğimiz brokoli, yemyeşil rengiyle de aynı zamanda sofraları renklendiren bir garnitür. Balığın yanına da çok yakıştığını belirtmeden geçemeyeceğim brokoliyi Mayacığımız da eliyle birşeyleri tutup yiyebildiği ilk günlerden beri çok seviyor. Ona "minicik yeşil ağaçlar"a benzeterek yedirdiğim brokoliye, daha adını bile telaffuz edemediği günlerde, "biyok kok kok" derdi :) Biz de severek yediği için, zeytinyağlı limonlu suyuna ellerini batıra çıkara yemesine izin verir, ağzını şaplata şaplata yemesiyle eğlenirdik :) <br /><br />Hala sevdiği brokolinin bu kez sıcacık bir tas çorba olarak önüne gelmesi ilk önce onu şaşırtsa da aldığı ilk kaşıktan damak zevkine uygun olduğu anlaşıldı. Sofralarınızı renklendirin, bugün kendinize yeşil mi yeşil bir çorba pişirin... <br /><br />BROKOLİ ÇORBASI için:<br /><br />Büyükçe bir sap brokoli (yaprakları ve sapı dahil)<br />1 adet pırasa<br />1 adet soğan<br />1 büyük patates<br />1 litre sıcak su<br />Tuz, kara biber<br /><br />Her porsiyon için 1 kaşık koyun yoğurdu/süzme yoğurt<br /><br />Pırasayı ve kurusoğanı ince ince doğrayıp biraz zeytinyağı ekleyerek kavurun. Önce Rendelediğiniz patatesi ekleyin sonra da sapını daha küçük parçalara üstünü de sap sap çiçeklerine ayırdığınız brokoliyi ekleyin. Biraz tuz, biraz kara biber, 1 litre kadar da sıcak su ekleyip tencerenin ağzı kapalı olarak kaynatın. Brokolinin dağılması zaten uzun bir süre istemiyor. Soğanla pırasa da kavrulmuş olduğu için, yarım saati geçmeden sebzeler dağılacaktır. İyice yumuşadıklarından emin olduğunuzda ocaktan alıp, çorbanızı blender yardımıyla kremsi bir kıvam alıncaya kadar öğütün.<br /><br />Servis yapmadan önce her porsiyona 1 yemek kaşığı süzme yoğurt ekleyince lezzetine lezzet katılıyor.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-8027580633942175312007-12-14T15:30:00.000+02:002007-12-14T16:39:08.796+02:00Avokadoyu ayıklamanın en kolay yolu<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2D12WFlhoLuoWM4pp1_Smb7cewMHZqkfaONYTLXS7k66VV_nQ6SDTr-JMMxlqC_f1RZ725M-4s63KSsaLQ2PF38nLJFHuFCy4y-u-sEkQuuPQWnfPi0yjCBsiKozfheHhcRKz/s1600-h/IMG_2929.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2D12WFlhoLuoWM4pp1_Smb7cewMHZqkfaONYTLXS7k66VV_nQ6SDTr-JMMxlqC_f1RZ725M-4s63KSsaLQ2PF38nLJFHuFCy4y-u-sEkQuuPQWnfPi0yjCBsiKozfheHhcRKz/s320/IMG_2929.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5143828837688336114" /></a><br />Önceki yazımda bergamotu o kadar yeşil görünce avokado zannedenler de oldu. Belki de avokadoyu, bu güzel ve faydalı yeşili daha yakından tanımanın zamanı gelmişti. <br />Ben avokadoyu Girit'e gelmeden önce de tatmıştım ama burada yetiştiği için daha sık tüketir olduk. Başta Hanya olmak üzere Girit'in doğusunda bol miktarda yetişiyor, pazarlarda taneyle değil kiloyla satılıyor. Başlangıçta onu nasıl soyacağımı bilemiyor, elma soyar gibi soyuyordum :) Sonra birgün televizyonda nasıl soyulduğunu gördüm, öğrendim. Belki zaten bilenleriniz vardır. Elinizde yalnızca incecik kabuğuyla tertemiz çekirdeğinin kaldığı bu soyma yöntemine ben bayıldım ve bunu paylaşmak istedim.<br /><br />Aylar önce çektiğimiz bu video değişik bir sunum olarak karşınıza çıkıyor. <br /><object width="425" height="355"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/XI6UqlwBQyo&rel=1"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/XI6UqlwBQyo&rel=1" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="355"></embed></object><br /><br />Avokadonun içerdiği E vitamini sayesinde cilti koruyucu bir etkisi olduğundan püresinden cilt maskeleri yapılıyor. Özellikle çocukların gelişimi için gerekli lifler, yüksek oranda kalsiyum, B6 ve E vitaminleri, kalp hastalıklarına karşı faydalı yağlar içeriyor.<br /><br />Avokadoyu dilimler halinde salatalarınıza katabileceğiniz gibi, Meksikalıların meşhur dip sosu Guacamole olarak da hazırlayabilirsiniz. Çocuklarınıza salatadaki avokadoyu yedirmekte zorlanıyorsanız, minik minik doğranmış domates ve soğanı ekleyip bol limon sıktığınız dip sosun yanında fırında pişmiş parmak patateslerle birlikte sunun ;) Eminim bayılacaklar...Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-27472326.post-31437483461830681452007-12-04T10:59:00.000+02:002007-12-07T22:12:47.628+02:00Bergamot<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLmdNP4o-seVbXyovU69D0zQUeY89_7fme3VbSNqHehxwIgxPNDlCFfnijpTJUyYxP6Wp9IWMWe-n7swlUKRtRlSjov8wNofe9UYtrqmSRXBT-dB19zwW2tGCVh3U59XT3e_N8/s1600-h/IMG_3461.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLmdNP4o-seVbXyovU69D0zQUeY89_7fme3VbSNqHehxwIgxPNDlCFfnijpTJUyYxP6Wp9IWMWe-n7swlUKRtRlSjov8wNofe9UYtrqmSRXBT-dB19zwW2tGCVh3U59XT3e_N8/s400/IMG_3461.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5140040634123211650" /></a><br /><br />"Onu ne ilk görüşüm ne de ilk elime alışım. İlginç olan bu kadar büyüğünü ve yeşilini ilk defa görüyorum. Bakalım bilebilecek misiniz bu nedir?" demiştim.<br /><br />İlginç tahminlerde bulunanlar da oldu, doğru tahmin eden de. Bu ne brokoli ne limon ne de avokado :) <br />Evet, bu gördüğüm en büyük bergamotlardan biriydi. Kendisi çoktan reçel oldu :)<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhblyT0r_eXZZHKtYbF_v0S-U_JffdKXGkA8Q2aso_W1lyRuWokquWO6FMnF2f3UV7foO29bkU0GiXm5XnZqaQHFznEIHuxJ6LZ3_7sF3SGb79GSmknhBhFre3TPfC6rA0Ioe0n/s1600-h/DSCN9995.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhblyT0r_eXZZHKtYbF_v0S-U_JffdKXGkA8Q2aso_W1lyRuWokquWO6FMnF2f3UV7foO29bkU0GiXm5XnZqaQHFznEIHuxJ6LZ3_7sF3SGb79GSmknhBhFre3TPfC6rA0Ioe0n/s320/DSCN9995.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5048441487930923170" border="0" /></a><br /><br />Şimdiye kadar aldıklarımızsa hep yukarıdaki renklerde ve boyutlarda oluyordu. Reçelinin <a href="http://komsudapiser.blogspot.com/2007/04/pek-yaknda.html">tarifi</a>ni daha önce yayınlamıştım.Papatyahttp://www.blogger.com/profile/00083626245245873989noreply@blogger.com7