Komşuda pişer bize de düşer

Eskiden evde pişenden yan komşuya tattırmak, sonra da tabağınıza koyulmuş yepyeni bir lezzetle bir gün komşunuzu kapıda buluvermek o kadar da ender bir şey değildi. Tabağınız elimde kapınızı çalıyorum... Bakalım bu size ne kadar tanıdık gelecek, komşuda pişenden size ne düşecek?!...

Pazar, Nisan 01, 2007

Özlenmek, kavuşmak ve işi Bergamot'la tatlıya bağlamak

Özlendiğini bilmek güzel bir duygu elbette. Demek varlığın birilerinin hayatına birşeyler katıyor ki yokluğun fark ediliyor. Demek ki sevilmişsin ve yakınlarda bir yerlerde değilsen özlenmişsin. Özlediğine kavuşmanın coşkusu sadece "Hoş geldiniz!" sözlerinde kalmıyor da gözlerdeki ışıltıdan size yansıyor ve sevgi dolu bir kucağa atılırken kulağınıza fısıldanıyorsa, ne mutlu size... Biz bu duyguyu oldukça yoğun yaşıyoruz; Girit'teyken İzmir'de, İzmir'deyken de Girit'te bizi özleyen birileri hep var. Bunca yıldır buradan oraya oradan buraya gitmeye, ayrılıp kavuşmaya alıştık diyeceğim ama... pek de alışılmıyor aslında. Ne kadar çok yıldır aynı şeyi yapıyor olsa da insan; her ayrılık, birlikte geçirilen her *son gün* ister istemez bir burukluk bırakıyor yüreklerde.
Her sene yaşasak da yüreğimizde yine aynı buruklukla ayrıldık İzmir'den. Bu kez başka duygular da vardı işin içinde. Hayatta olayların akışı bazen beklenmedik kararlar vermeye zorluyor insanı. Neye niyet neye kısmet. Yaz sonunda Girit'ten ayrılırken bu otları, peyniri, denizin mavisini ve güneşi çok özleriz diyorduk; bambaşka memleketler hatta başka kıtalar vardı aklımızda. Hayatta hiçbir şey hayal etmek kadar kolay değil. Hayal etmeden de olmuyor tabi ama işin iç yüzü beklendiğinden çok başka olabiliyor. Bir başka memlekete gitmeye karar verecek cesareti toplayabilmek için belki de bir ömür boyu bekler bazıları. Bizim içinse olabilecek en kolay çözümdü eşyalarımızı toplayıp Girit'e dönmek. Aslında kaç kişiye nasip olmuştur ki İzmir'deki aynı adresten Girit'teki aynı adrese *ikinci defa* taşınmak :) Hem de bu iki taşınma arasında birinden diğerine "resmen" taşınmış olmadan; iki defa üst üste aynı yönde :) İlginç bir durum değil mi?
İşte burada, Girit'teyiz yine. Erguvanların(*) en çoşkuyla açtıkları zamanda kucağını açtı bize Girit. Sevenler bir bir geldiler ziyaretimize. Kiminin elinde minik bir sepet çiçek, kimisi bir kutu tatlıyla.
Denizin kokusuna, güneşin parlaklığına, zeytinyağının yeşiline, taze keçi sütüne, envai çeşit otlara ve bahçelerdeki limon ağaçlarına geri dönmüştük. Yapılacak ne kadar çok iş olursa olsun; sabah güneşli bir güne uyanmak, gülümseyerek 'hoş geldiniz' diyen komşunla selamlaşmak, yürüyerek denize ulaşmak, rengarenk pazarda herşeyi -bamyayı bile!- tek tek seçebilmek, kapıyı kilitlemeden çıkıp gidebilmek güzel :) Bu yaz Maya'mla yine kumlarda oynayıp, - onu ikna edebilirsem - dalgalarla boğuşacağız. Sandalet, güneş gözlüğü ve şapkalar ayrılmaz parçalarımız olacak. Sokaklarda neredeyse her dili duyduğumuz bu diyarda, Türkçe yine *bize özel* bir dil olacak ;)

İzmir'in havası daha burnumuzun ucundayken, İzmir'den misafirlerimiz geldi. O kadar yeni gelmiştik ki "İzmir'den birşey ister misiniz?" diye sorduklarında söyleyecek birşey bulamadık. Kuru incir, kayısı, Türk kahvesi, kırmızı mercimek, ince bulgur, biber salçası stoklarımız hala yerindeydi. Daha yerleşemeden, tam anlamıyla "dandini hoppala" bir evde ağırlanmanın kusuruna bakmadı kimse :) Hala bitmek tükenmek bilmeyen kolilerin eşliğinde güzel yemekler yendi, kahveler içilip sohbetler edildi.

Bütün bu koşuşturmalar arasında, sabahın köründe pazara giden Yorgo, kendisi kararsız için beni arayıp asla hayır diyemeyeceğim birşey sordu:
- Pazarda bergamot buldum. Alayım mı?

Cevabım belliydi. 1 saati geçmeden bergamotlar evdeydi. Yapılması birkaç gün gecikti ama sonunda oldu BERGAMOT REÇELİ!

Evet, bunlar Yorgo'nun pazardan aldığı bergamotlar... Türkiye'de nerelerde, ne sıklıkta bulunabilir bilmiyorum. (İlk kez bu sene İzmir'de Bornova'da bir manavda görmüştüm. Burada kilosunu aldığımız paraya 1 taneciğini satıyordu. Reçel yapılacak birşeyin -tropikal meyveler gibi- taneyle satılması garip tabi, sonuçta yalnızca kabukları kullanılıyor!) Ben ömrümde ilk kez Girit'e gelince görmüş ve tatmıştım.

Aslında ailemizde reçelle en alakasız olan benim :) Kendimi bildim bileli her mevsimde ne varsa reçelini yapan annemdir. Bu işi hem hakkıyla yapıp hem de ticarete dönüştüren de Bahar. Ben de arada sırada coşup da böyle değişik reçellere kalkışanım. Bergamotu daha önce 2 kere yapmış, hatta ilkinde ikincisinden de başarılı olmuştum (acemi şansı :)

İngilizlerin meşhur Earl Grey çayına hoş kokusunu veren bergamot...

Evin bileği kuvvetlisinden yardım istenerek, bergamotların kabuklarının renkli kısımları peynir rendesinde rendelenir.

Sonra kabuklar aynı portakal soyar gibi 4'e veya 6'ya bölünerek soyulur. (Ne yazık ki yenilmeyen iç kısımları atılır) Bu aşamada hassas bir tartıya ihtiyacınız olacak. Çünkü koyacağınız şekerin miktarını elinizdeki bergamot kabuklarına oranla hesaplayacaksınız.
Kabukları *kuru* iken tartıp bir kenara not ediyoruz.
>>> 2 kilo bergamottan >>>> 830 gr. kabuk çıktı.

Sonra su dolu bir tencerede kaynatıyoruz. Tencerenin suyu kaynadıktan biraz sonra kabukları süzüp tenceredeki suyu atıyoruz. Sonra yeniden su koyup kabukları tekrar kaynatıyoruz. Bu işlem kabuklardaki acılık gitsin diye, kabuklar yumuşayıncaya kadar 3-4 kere tekrar ediliyor.
Ben 3 kez suyunu döküp yeniledim. Kabuklar bıçakla kolayca kesilecek kadar yumuşayınca da ocaktan alıp süzdüm. Süzülmüş kabuklar şu şekilde görünüyorlardı:
Kabukları süzdürdükten sonra sıra şerbetini yapmakta.
Şerbet için, tarttığımız kabukların *1,5 katı kadar şeker* kullanıyoruz.

830 gr. bergamot kabuğu için >>> 1250 gr. şekeri 2,5 bardak suyla kaynattım.

Bu sefer bir değişiklik de yaptım. Elime başka bir tarif geçmişti. Bu tarifte bergamot kabuğu rendelerini atmayıp bir tülbentle kaynayan şerbetin içine atıyordu. Nikah şekerlerinden kalma bir küçük kese de aynı işi gördü.
Şerbet kaynatılıp soğutuluyor. Soğuduktan sonra içine bergamot kabukları atılıyor.

Şurubun içinde yarım saat kadar kaynattıktan sonra 24 saat şurubun içinde bırakıyoruz.
Ertesi günü bir taşım kaynattıktan sonra ateşten almadan önce içine 2 limonun suyunu ekliyoruz. Sıcakken kavanozlara taksim ediyoruz.
2 kilo bergamottan 6 tane 350 gramlık kavanoz dolusu çıktı.

İşte sonuç :)


(*) Erguvan'la ilgili ilginç bir şeyler okudum geçenlerde bloglardan birinde:
Bir efsaneye göre erguvan aslında beyazmış.İsa'ya ihanet eden Yahuda daha sonra kendini bu ağaca asmış. Bu intiharın utancından dolayı, erguvan çiçekleri bu rengi almış. Zaten İngilizce'de de ağacın adı Yahuda'nın ağacı anlamına gelen Judas Tree'dir. Türkçesi de Farsça'dan, rengini tanımlayan sıfattan gelmektedir.

Bizans İmpratorluğu ,erguvanların çiçek açtığı 11 Mayısta kurulmuştur.
Bu sebeple Erguvan, Bizans İmparatorluğu'nun resmi rengiydi."

Etiketler: , , ,

21 Comments:

Blogger tata said...

Sevgili Papatya, resimler geldigine göre yakinda o güzel yazilarini da okuruz. Tekrar hosgeldin.
Sevgiler

4/01/2007  
Blogger Papatya said...

Tatacigim,

birazcik daha sabir :)

4/01/2007  
Blogger munevver said...

Papatya, evine hoş geldin.Yazılarını ve resimlerini özledik.İşin çok,kolay gelsin.
Sevgiyle,Nane Limon

4/02/2007  
Blogger Oya Kayacan said...

Özleyenler arasına beni de yaz Papatya...

4/03/2007  
Anonymous Adsız said...

Ne tesaduf, biz dun aksam bergamot receli yiyorduk! Ama benim yaptigim degil, ufak bir isletme var, oradan almistim. Burada cikarsa ben de yaparim.

www.elifsavas.com/blog

4/05/2007  
Blogger tata said...

Sevgili Papatya, ne güzel tatli bir karsilama oldu bu!
Sevgiler

4/07/2007  
Blogger evcilkedi said...

Ellerine sağlık Papatya! Ben de burada çok nadir buluyorum bergamot ve buldukça da yapmaya çalışıyorum. Afiyetle yiyin, evdekilere sevgiler

4/09/2007  
Blogger Berceste said...

İnsanın evinde olması ne güzel değil mi? İngiltere'de görüşemediğimize üzüldüm ama ben :( Bergamot en sevdiğim reçellerdendir. Meyvesini merak eder dururdum. Sayende tanışmış olduk :) Sevgiler...

4/10/2007  
Anonymous Adsız said...

Herkese merhaba!

Çaya nasil katabiliriz bergamotu?
Yani uzun sure koruyabilsin diye kendini kabugunu rendeleyip sekerle karistirip butun bir kis muhafaza etmistim ama, sekerle karismis oldugundan cay otamatik olarak sekerli luyordu..o yuzden farkli bir tarif ariyorum..
Bileniniz var mi?
Sevgiyle,

Asli

4/10/2007  
Blogger Oya Kayacan said...

Sevgili Aslı, çaya katılan bergamot çiçekleri. Kurutulmuş kabuklarından da yararlanabilirsin ama acılık verir.

4/13/2007  
Blogger hatice said...

Sevgili Papatya,
çok güzel bir reçel bergamot, tarifinide ilk defa görüyorum..ellerine sağlık..sevgiler

4/14/2007  
Anonymous Adsız said...

selam biz karadenizde zonguldak çaycumada yasıyoruz.ama sizin mutfagınıza hayranız.bergamot recelini üniversite yillarinda antakyali arkadasım getirirdi.keçi sütünden peynire de imrenerek baktık.tarhunun kurutulmuşu salatalık turşusuna cok yakisiyor

4/15/2007  
Anonymous Adsız said...

hoşgeldiniz:)

4/15/2007  
Blogger *Ra said...

Papatyacığım merhabalar. Evine hoş geldin. Yazını büyük bir keyifle okudum. Bergamut reçelini de öğrenmiş oldum sayende. Fakat sanırım hiç yapamayacağım. Buralarda bergamur bulmak olanaksız. "Belki bir gün..." diyeyim ol halde. Seni anarım o zaman.
Sevgilerimle.

4/18/2007  
Anonymous Adsız said...

merhaba papatya blogunun müdavimi oldum sanki seni yıllardır tanıyor gibiyim yazılarının meraklı bir takipcisiyim sayende bergamotun neye benzediğini öğrendim ben en çok bergamot aromalı çayı severim bu yüzden hep bergamotu merak ederdim seni ve dünyalar güzeli kızını öpüyorum

4/18/2007  
Blogger ipek said...

Ben artık yazmayacaksın sanıp öyle üzülmüştüm ki..
Ama bir döndün, hem de bergamut reçeli ile. Taa çocukluğumdan, rahmetli anneannemden bir tat getirdin bana. Nerden bulurdu hatırlamıyorum ama, evinde bergamut reçeli hep olurdu. Hem de Ankara da..
Evine hoşgeldin,
sevgiler
ipek

4/20/2007  
Blogger Papatya said...

Sevgili Munevver, Elif, Tata ve Tulincim,
hosbulduk! Bergamot gercekten de ne guzel bir lezzet degil mi?

Sevgili Dilek,
Ingiltereye kadar gelmisken gorusemedigimize ben de uzuldum ama inan ki gunlerimiz oyle yogun gecti ki cok istedigim halde Londradaki arkadaslarla bile gorusemedik ne yazik ki. Belki baska bir sefere...

Sevgili Oya,
Asliyla birlikte hepimizi de aydinlattigin icin tesekkurler...

Sevgili Hatice, Nurhan, EndiseliPeri, Rabia ve Ipek,
hosbulduk, sizler de sayfama hos geldiniz... Kisacasi sukur kavusturana demeli belki de :)

4/24/2007  
Anonymous Adsız said...

ben hic bergamot cicegi gormedim bile.....ne kuru bir hayat yasiyoruz diye dusunmekten alamiyorum bazen kendimi... tekrar teskkurler

Asli

4/25/2007  
Blogger Ceylan said...

Selamlar Papatya! İnsanın aklına gelmeyen başına gelirmiş! Ben de İstanbul'dan uzakta hele de Bakü'de yaşayacağımı hiç düşünmezdim! Kızının resmi o kadar güzel ki ve uzakta yaşayıp, bi memleket-bi yaşanılan yer arasındaki o seyahatleri o kadar güzel özetliyor ki! Bizim minik de artık hem İstanbul hem Bakü havaalanlarında kendine özel oyun köşeleri yarattı, koridorları ezberledi ! Blogcu olmanın keyfi de bu duyguyu taa Girit'teki biriyle paylaşmak işte..
Sevgiler..

4/27/2007  
Blogger homosapiens said...

papatya, benim en sevdigim recel bu, deneyecegim en kisa zamanda. kabuklarin once rendeden gectigini bilmiyordum, sanki mersin'de yediklerim rendeden gecmemis kabuktu, daha turuncu gorunuyordu.

5/03/2007  
Blogger Ozan Ercan said...

Istanbul`da veya Turkiye`nin baska bir yerinde bergamut satilan bir yer var mi acaba? Bilgisi olan beni de bilgilendirirse cok sevinirim

7/27/2007  

Yorum Gönder

<< Home