Komşuda pişer bize de düşer

Eskiden evde pişenden yan komşuya tattırmak, sonra da tabağınıza koyulmuş yepyeni bir lezzetle bir gün komşunuzu kapıda buluvermek o kadar da ender bir şey değildi. Tabağınız elimde kapınızı çalıyorum... Bakalım bu size ne kadar tanıdık gelecek, komşuda pişenden size ne düşecek?!...

Pazar, Mayıs 27, 2007

Sarı tarifler Limon'la başlıyor...

Renklerden "sarı"yı seçtiğimde aklıma ilk gelen meyveydi "limon". Limonlu tarifler deneyip paylaşmak için de bir torba dolusu limon aldım. Günlerdir herşeyin limonlusunu denemekten evdekilere de baygınlık getirmeden önce artık tarifleri paylaşmaya başlamanın zamanı diyorum :)


Limon: Çin ve güney doğu Asya kökenli olan limonu batıya tanıtanlar Romalılar olmuş. Zaman içinde Çin'den Hindistan'a, oradan Arap yarımadasına yayılmış. Araplar sayesinde güney İspanya'ya oradan da Haçlı seferleriyle tüm Akdeniz kıyılarına yayılan limon, öncelikle zehirlenmelere karşı panzehir olarak kullanılıyormuş. Yeni Dünya'ya ulaşması da Kristof Kolomb'un öncülüğündeki İspanyollar ve Portekizlilerle olmuş. 1493 yılında Kolomb'un kıtaya ikinci seyahatinde beraberinde getirdiği limon tohumları Haiti'ye ulaşmış. 16.yüzyılda limon fidanları büyük bir hızla latin Amerika'ya ve -Florida başta olmak üzere- kuzey Amerika'ya yayılmış.


Pek çok limonlu tarif denedim. Bunların içinden kendimce en değişik bulduğum tarifleri sizlerle paylaşmak istedim. Yukarıdaki resimdeki limonlu kek bence tarifini vermeye değmeyecek kadar bilinen bir limonlu kek. Asıl ilginç olan üstündeki dondurmanın tarifi. Okuduğumda yalnızca limonlu oluşuyla değil aynı zamanda zeytinyağlı oluşuyla da dikkatimi çekmişti. Hem aradığım gibi limonluydu hem de limonla zeytinyağının bir arada bulunmasıyla Girit'e de çok yakışıyordu :) Hemen denedim. Kim tadına baktıysa da beğendi. Tarif David Lebovitz'e ait.


Limonlu ve Zeytinyağlı Dondurma

1/2 bardak iyi kalite sızma zeytinyağı
1 limonun kabuğu
1 yemek kaşığı limon suyu
1 1/3 bardak tam yağlı süt
1/2 bardak şeker
Bir tutam tuz
1 bardak krema
6 yumurta sarısı

Bir tavada zeytinyağını ısıtıp, limon kabuğunu ekliyoruz. Kaynamadan ateşten alıp soğuması için bir kenara koyuyoruz.
Başka bir kapta sütü, şeker ve tuzu da ekledikten sonra, sürekli karıştırarak şeker eriyinceye kadar ısıtıyoruz. (Süt kaynamadan ateşten almalıyız!)
Bu arada yumurta sarılarını bir kasede hafifçe çırpıyoruz. Ilınmış sütü her seferinde birer kepçe birer kepçe, çırpılmış yumurtalara eklerken karıştırmaya da devam ediyoruz. Sütün tümünü ekledikten sonra yumurtalı süt karışımını tekrar süt ısıttığımız kaba alıp ocakta iyice koyulaştırıncaya kadar -sürekli karıştırmaya devam ederek- pişiriyoruz. Dibinin tutmamasına gayret ediyoruz. Kıvam aldığında ateşten alıyoruz. Bu arada, kremayı başka bir kaseye koyup bu kaseyi buz dolu bir kaba oturtuyoruz. Ateşten aldığımız sütlü karışımı bir süzgeçten geçirerek kremanın içine boşaltıyoruz. Güzelce karıştırdıktan sonra, daha önce ısıtıp soğuttuğumuz zeytinyağı+limon kabuğu karışımını da içine ekliyoruz. *** İşin tuhafı tarifte verilen 1 kaşık limon suyunun ne zaman eklendiğ belirtilmemişti!! Ben limon suyunu soğumuş zeytinyağına ekledim. Yazmadan önce, içime sinmedi bir not bırakıp sordum. Doğru yapmışım :)*** Tüm karışım oda sıcaklığına eriştiğinde, buzdolabında soğutuyoruz. Ben oda sıcaklığına geldiğinde 20-25 dakika kadar dondurma makinasında tutup buzdolabına kaldırdım.
Buzdolabından çıktığında kaşık batmayacak kadar sertti! Fakat dışarda biraz dinlendiğinde kıvamı da tadı da yerindeydi :)


Bu tarif ise, içinde badem ve peynir oluşuyla dikkatimi çekmişti. Orijinal tarifte ricotta peyniri kullanılmıştı. Buna en yakın olanın bildiğimiz tatlı lor peyniri olduğunu düşünüyorum. Şanslıyım ki bu peynirin bulunabildiği bir yerde yaşıyorum ve lorlu tarifleri yapmaktan mahrum kalmıyorum. Tatlı lorun buradaki ikiz kardeşine Mizithra deniyor. (Mizithra pitakya tariflerinde kullanılan peynir :)

Badem, Lor ve Limonun Buluştuğu kek


250 gr. öğütülmüş badem
165 gr. un
3 limonun suyu
2 limonun rendelenmiş kabuğu
300 gr. tatlı lor
200 gr. tereyağ - iyice yumuşamış
250 gr. şeker
6 yumurta (sarıları ve akları ayrılmış halde)

Benim gibi öğütülmüş badem bulamadıysanız, kabukları soyulmuş tuzsuz bademleri öğütücüde öğütün. Bademi, un ve limon kabuğu rendesiyle bir kapta karıştırın.
Ayrı bir kapta lor peynirini limon suyuyla birlikte ezin.

Mikserde tereyağını şekerin 200 gr.ıyla çırpın. yumurta sarılarını teker teker ekleyerek çırpmaya devam edin. Mikserle işiniz şimdilik bitti!
Bir spatula yardımıyla tereyağlı karışıma, önce loru sonra da UNU EKLEYİN!(Unu neden büyük harfle yazdığımın hikayesini daha sonra anlatacağım :)

Bu kez, mikserde yumurta aklarını kalan 50 gr. şekerle çırpıp kar haline getiriyoruz.
Kar haline gelince onları da bir spatulayla önceki karışıma ekleyip, yağlanmış 24 cm.lik fırın kabımıza boşaltıyoruz. Önceden ısıtılmış fırında, 170 derecede 1 saate yakın sürede pişiyor.
Dikkatinizi çekmiş olabilir. Tarifte kabartma tozu yoktu. Ben de koymadım. Belki de bu yüzden başlangıçtaki miktarından çok az daha kalınlaşıyor. Bir dahaki sefere kab.tozuyla da deneyeceğim.


Sapsarı tarifler burada bitmiyor tabi...
Mutfağımıza dolayısıyla da hayatımıza giren başka sarılar da var elbet.
Ayvayla muz da sarı, ama bu mevsime çok yakışmıyorlar. Mayacığımın çok sevdiği mısır da sarı patates de! :) Onsuz olamadığımız yumurtanın içi de sarı.
Sonra baharatlar da var: zerdeçal, safran.
Sarı tarifler devam edecek...

Etiketler: , , , , , ,

Salı, Mayıs 22, 2007

Hayattan ve mutfaktan renkler


Bir değişiklik olsun istedim. Evde ne varsa onu pişirip önünüze koymak yerine; bazı tarifleri ve bazı bilgileri belli bir konu çerçevesinde toplayayım, biraz hayattan, biraz mutfaktan renk getireyim istedim. Arzu ettim ki her seferinde bir renk seçeyim, o renkte bir sebzeyi/meyveyi sepetime doldurayım, sonra da mutfağa geçip yepyeni tarifler yapıp paylaşayım.


Elimden geldiğince Girit'ten renkler, kokular ve lezzetler getirmeye çalıştığım için bu topraklarda yetişen nimetleri şöyle bir aklımdan geçirdim. Aslında ne kadar çok renk var etrafımızda değil mi? Rengarenk malzemeler bulmak için pazara gitmek, marketlerin sebze reyonuna doğru başımızı çevirmek hatta buzdolabımızı açıp bakmak bile yeterli sanırım.


Sonra düşündüm, burada bahçesinde limon ağacı olmayan ev yok, bizim de var. Portakal yaz kış pazar tezgahlarını süsler. Hanya tarafında avokado, güney batıda muz yetişir. Bu mevsimde canlanan bağlar yemyeşil olur ama şişedeki zeytinyağının yeşili bir başkadır yine de. Gravyer sapsarıdır, keçi sütünden evde yaptığımız peynirse kar beyaz. Yaylada patates yetişir, ovada ise domates ve çilek.

Bir baktım ki elimde yeterince renk ve lezzet var. Sarılar, kırmızılar, yeşiller ve portakal rengi...


Bir de denizin mavisi eklendi mi, ne kaldı ki geriye? :) Baksanıza bir günbatımında bile ne kadar çok renk saklı...


Bir renk kervanı olacak anlayacağınız. Gerçi her seferinde tek renk hakim bir kervan olsa da...

Peki, lafı bu kadar uzattıktan sonra, ilk renk ne mi olacak? :)


İlk renk olarak "SARI"yı seçtim!
Tenimizi yakmadan içimizi ısıtan Mayıs güneşini yaz güneşinden daha çok sevdiğim için...
Kızımın bana anneler gününde verdiği çiçeğin rengi olduğu için..
Baharın gelişiyle içimizde birşeylerin kıpır kıpır olması gibi, mis kokusuyla hem burnumuza hem de damağımıza hitap eden limonlu kekleri ve limonatayı bugünlere çok yakıştırdığım için...

Güneş gibi aydınlık, limon gibi ferah günlerde yepyeni tariflerde buluşmak üzere...

Etiketler:

Pazar, Mayıs 13, 2007

Anne seni çok sevdim!


Bundan güzel bir hediye var mı bu dünyada bana?

Her sabahki gibi parka gitmiştik. Bugün "Anneler günü" olduğunu söyledim Maya'ma. O da bana "Neden?" dedi :) "Bilmem, bugünü bütün annelere hediye etmişler" dedim. "Eve dönünce anneanneyi ve teyzeyi arayalım, tamam mı? Çünkü onlar da bir anne"
"Tamam" dedi...

Koştu, oynadı, sallandı, kaydı Maya'cığım. Sonra bir ara kayboldu bir kelebeğin peşinde. Sonra da koşa koşa yanıma geldi. Minik avucunu bana uzatıp açtı. İçinde minicik sarı bir papatya vardı. "Bu senin" dedi gülümseyerek :)
"Sağol annecim!" diyerek kucakladım onu. O da sımsıkı sarıldı ve sevgisini her zaman ifade ettiği şekilde kulağıma fısıldadı:

"Anne seni çok sevdim!"

Etiketler: ,

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

Kabak çiçeği dolması


Yazılarımı okuyanlar 8 yıldır Giritte yaşadığımı biliyorlar artık. İnsan bir yerde uzunca bir süre yaşadı mı gördüklerine o kadar alışıyor ki oraya özgün şeyleri de kanıksıyor bir zaman sonra. Sanki o şeyler hayatlarında hep vardı, hep öyleymiş gibi. Aradan zaman geçtikçe de, oraya ilk defa giden insanın gözüyle göremez oluyor artık. Kanıksanmış olan yerde, onu ilk gördüğünde şaşırtan şeyler bile o kadar tanıdık geliyor ki...
8 yıldır buradayım, evet, halbuki bir düşümdüm de Girite ilk gelişimin üzerinden neredeyse 15 yıl geçmiş. O zaman henüz nişanlıydık, Giritte yaşamak gibi bir planımız da yoktu. Ben de heskes gibi buraya turist olarak gelmiş ve herşeyi "turist gözüyle" görmüştüm. Pazardaki salyangoz dolu fileler, o zaman Türkiyede çok fazla olmayan kiviler, salaş balık lokantalarında masalara koyulan bir kullanımlık naylon örtüler, pazarda çeşit çeşit bilmediğim otlar, upuzun ve açıkrenk karpuzlar, kasap vitrinlerindeki tavşanlar hepsi beni çok şaşırtmıştı; benim için çok yeni, çok değişiktiler.

İşte o ilk ziyaretim de, her Girite gelen turist gibi beni de Knossos'a götürmüşlerdi. 4000 yıllık Minos sarayının bulunduğu antik kalıntıların çevresi tarlalar ve zeytinlikle kaplıydı - hala da öyle. Bir ara tarlaların olduğu sınıra iyice yaklaştığımızda birşeyler toplayan 2 iki kadın dikkatimi çekmişti.Ellerinde portakal rengi buketler vardı. Çiçekler o kadar güzeldi ki bu çiçek buketlerini ya kendileri için ya da satmak için topladıklarını düşünmüştüm. Buketler satmak içindi, evet, ama vazoya koymak için değil! Ne zaman ki bunlardan dolma yaptıklarını öğrendim, o zaman Giritlilerin gerçekten de "topraktan ne çıksa yediklerini" düşünmüştüm :)
Zaman içinde pek çok kereler karşıma çıktı bu çiçekler :) Bazen bir evde, bazen de çok özel bir spesialite olarak bir restoran menüsünde. Kısacası, ben bu tarifi yapılırken hiç görmedim. Kendi başıma, bildik dolma içiyle, çiçekleri doldurup becerebildiğim kadarıyla da kapatarak, pişirdim. Sonuç her denemede memnun ediciydi.

Bir gerçek var ki; herkes dolma yapar ama herkesin dolması başka türlü kokar, tadı da aynı olmaz. Kimi soğanını kimi yeşilliğini bol koyar. O yüzden dolma içinin tarifini çok detaylı vermeyeceğim. Siz yine bildiğiniz gibi bir iç hazırlayın. Suda dikkatlice yıkadığınız çiçeklerin içinden çiçektozlu kısmı çıkarın ve çiğden doldurun çiçeklerin içini. Dolmaların yarısını aşmayacak kadar su ilave edip pişirin. Pirinci kabardığında dolmaların dağılmaması için, üstüne ısıya dayanıklı bir tabak kapatmak kabak çiçekleri için de geçerli bir öneri...

Pirinç ölçüsünü bilmekte fayda var tabi. Çiçekler çok küçücük olmadıkça, ben 2 tatlı kaşığı dolu dolu içle dolduruyorum. Dolayısıyla pirinci çiçek başına 2 silme kaşık olarak hesaplamak doğru olur sanıyorum. Benim dolma içimde pirince; bol soğan, bol taze nane, daha az maydanoz, domates rendesi, havuç rendesi, kuş üzümü ve çam fıstığı eşlik ediyor. Baharatlar da; karabiber, daima azıcık da olsa tarçın ve tuz.

Utangaçlığından bir çırpıda kurtuluverene "kabak çiçeği gibi açıldı" demez miyiz? Deyimlerimize bile giren bu güzel çiçekleri, sabahın erken saatlerinde, daha yeni açmışlarken toplamak en idealiymiş. Çiçeklerin kapanmış olması dolma yapacakları bayağı uğraştırıyor yoksa. O yüzden kabak çiçeklerini demet yapıp suyun içinde tutuyorlar pazarlarda. Bir de, demet halde satılanlar kabağın ucunda çıkanlara göre daha elverişliymiş dolmaya yapmaya. Upuzun bir sapın ucundaki bu çiçekler "erkeği", çiçek verip sonunda kabak meyvesi olanlar da "dişisi" imiş. Bunları da eklemeden edemedim :)

Etiketler: , ,

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Yemek mi yapsak müzik mi? :)

Bazen sebzeleri karşımıza alır "ne yemek yapsam?!" diye düşünürüz.
Ama böylesi hangimizin aklına gelirdi acaba? :)
İnsan yaratıcılığının sınır tanımadığını kanıtlıyorlar.
İşte midemizi değil ama ruhumuzu doyuracak bir tarif.
İlginç müzik aletleri ile Viyana Sebze Orkestrası sizlerle!

Etiketler:

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Komşuda Pişer *1* yaşında!


Bir cesaret açtığım blogum bugün 1 yılı geride bıraktı bile! Bir blogum olmasina karar verdiğimde amacım, karşı kıyıdaki komşudan bazen tanıdık bazen de çok değişik gelecek lezzetler getirmekti size. Böylece günlerce aklımı meşgul eden konu, bloguma nasıl bir isim vereceğim de belirlenmiş olmuştu. "Komşuda pişenden" size de birşeyler düşecekti elbet. Binlerce insanın milyonlarca konuda fikir, deneyim ve bilgi paylaştığı bu kervana katılmış oldum ben de. Bazen şaşırttığımı gördüm tariflerimle bazen de bırakılan ufacık minicik notlardan ben de yepyeni birşeyler öğrenmiş oldum.

Nasıl da geçti 1 yıl. Neler neler yaptım, hangi tarifleri sizlerle paylaştım diye şöyle bir gezindim blogumda baştan sona.

"Fasulyeyi fırınlamak hiç de aklıma gelmezdi" demişti kimi ziyaretçim,
"ne de bamyayı balıkla pişirmek";


kimisi de "peynir yapmayı sizden öğrendim" diyerek beni çok mutlu etti :)


Kapari,

tuzlu balık,

dağ sümbülü,
tahinli kahve ve sumada en değişik gelen tarifler olsa da, yine de kendi çapımda(!!) ziyaretçi rekoru Girit pazarından sebze, meyve, peynir görüntüleri yayınladığımda olmuştu.


Vanilyalı şeker tarifime "ne kadar faydalı bir bilgi vermişsiniz" diye okumak ya da "bergamotu hep merak eder dururdum" diyen bir başkasının merakını gidermiş olmak ne mutluluk verici birşey.


Kısacası ben bu işi sevdim. Belki arzu ettiğim sıklıkta güncelleyemiyorum ama ne zaman güzel ve değişik bir tarif öğrensem onu bir an önce deneyip de blogumda yazmak için heyecanlanıyorum.
Bir yıl nedir ki... göz açıp kapayıncaya kadar geçti gitti işte. Umarım daha nice yıllar birlikte olur, nice güzellikleri öğrenir öğretiriz birbirimize. Ben bu ilk yıldönümüm için pasta yapıp mum üflemedim :) Aksine bugünü tatil ilan ettim kendime :) Şöyle okkalı bir kahve yapıp geçtim bilgisayarımın başına. Gözlerim bayram ediyor gezindiğim bloglardaki tarifleri görünce. Akılda kalanlar not edilip bir gün denediğinde de biliyorum ki mideler bayram edecek ;-)